1972’de NEW YORK’TA TV NASIL ALINIR?

*Halûk KALAÇ

Yıl 1972 Aralık ayı. Can arkadaşım benden sekiz ay önce New York’a atanmış olan rahmetli Metin Ergün ile yeni kiralamış olduğum daireye ev eşyaları ve mutfak malzemeleri almak için Manhattan’da dükkânları ve büyük AVM’leri geziyoruz. Sevgili Metin benden kısa bir süre önce bu ihtiyaçlarını gidermiş olduğundan neyin nerede olduğunu biliyor ve ayrıca nasıl alınacağını ve fiyatlarını da öğrenmiş.

Bu arada belirtilmesi gereken bazı konular var. Bunların başında dil konusu geliyor. Ben Bakanlığa ilk girişte Devlet Dil Sınavını kazanarak bir derece terfi almış olmama rağmen burada Manhattan Yarımadası’nda konuşulan İngilizceyi ne ben doğru dürüst anlayabiliyorum ne de benim konuştuğum “British Accent”i kimse anlayabiliyor. Bunu bana en doğru ve direkt yüzüme karşı, bizim giriş katındaki (Empire State Binası) Manufacturers Hannover Trust Bankası’nın müdürü aylar sonra söylemişti.

Diğer konu ise, o tarihlerde Türkiye ile New York arasındaki fark taş devri ile tunç devri arasındaki fark kadardı. Ayrıca, Manhattan adası New York’tan, New York ise tüm ABD’den çok büyük gelişmişlik farkları gösteriyorlardı. Metin kardeşim benim ilk gelişimde banka müdürü, 55-60 yaşlarındaki Mr. Eagen’a tanıştırmak üzere götürdüğünde benim pasaportumu aldılar. Yarım saat içinde 1.000.- ABD doları nakit para kredi olarak yatırılmış, banka hesabım, kredi kartım ve çek defterim elime verilmişti. O tarihlerde Manhattan çok güvenli bir yer olmadığından kimse cebinde nakit para ile dolaşmıyor ve ödemeler mektupla, gerekiyorsa çek ile (kira, taksit ödemeleri vs) diğerleri Visa kredi kartı ile yapılıyordu. Bunların hepsi benim için çok yeni ancak yeni hayatım için öğrenilmesi acilen gerekli şeylerdi. Burada New York yerine Manhattan’ı kullanmamın nedeni, burasının nevi şahsına özel lisanı, davranışları, yaşam tarzı olmasındandır. Başka yerlerden gelen Amerikalılar bile burada taşralı muamelesi görüyorlardı ve muhtemelen de hala öyledir.

Neyse, uzatmayayım, sıra eve televizyon almaya gelmişti. Büyük bir AVM’nin elektronik eşyalar satan bölümüne gittik. Burada boy boy, envai çeşit, mobilyalı mobilyasız televizyonlar arasında ne yapacağımıza karar veremez bir halde dolaşırken, Metin de henüz almamış olduğundan, ikimiz de ne yapacağımızı nasıl, neye göre karar vereceğimizi anlamaya çalışarak dolaşıyoruz. Bu sırada bir köşeye sıkıştırılmış gibi duran ve fiyatları indirimli markaların fiyatlarının yarısı kadar olan yeni ithal edilmiş Japon malı televizyonların bulunduğu yere geldik. Bunlar , o zamanlar için önemli bir teknolojik yenilik olan renkli televizyonlardı.  Bununla beraber fiyatları tam bizim bütçemize uygundu. Büyük bir tereddüde düştük. Bir yanda yüksek fiyatlı, tanınmış ABD malları diğer tarafta hiç bilmediğimiz Japon malı Sony’ler Panasonic’ler.

Bu şekilde kararsız dolaşırken birden babamın bu gibi durumlarda uyguladığı bir kriter aklıma geldi. Japon televizyonunu yerinden oynatarak ağırlığını kontrol ettim. Sonra aynı deneyi Amerikan malı televizyona da yaptım. Amerikan televizyonu yerinden kımıldamıyordu! Ancak Japon malı onun yanında sanki kartondan yapılmış gibi çok hafifti. Bu deney benim kararımı kolaylaştırdı. Tabii ki fiyatının daha yüksek olmasına rağmen ağır olanı alacaktım ve aldım!

Metin benden sonra gitmiş bir Sony almış. Biz üç yıl kaldığımız New York’taki dairemizi Türkiye’ye dönerken boşaltırken birkaç defa tamir ettirdiğim “Amerikan televizyonunu” evde bıraktık. Ancak Metin o “Japon televizyonunu” yıllarca kullanmaya devam etmişti. Lambalı ve transistörlü televizyon teknolojileri farkı nedeniyle. Japon Sony çok daha ucuz olmasına rağmen çok daha net resim veriyor ve uzun ömürlü çalışıyordu. Ortalama bir Amerikalı gibi ben de dünyanın teknolojik devrim yaptığı o dönemde ABD’nin dışında da sağlam ve ekonomik, iyi mallar üretildiğinin farkına varıyordum.

Ayrıca belirtmekte yarar var, 1971’de Arap petrol üretici ülkeler ihraç ettikleri petrole büyük zamlar yapmışlar ve bu ABD gibi ucuz ve bol benzine alışmış ABD vatandaşları üzerinde çok yıkıcı bir etki yaratmış, insanlar ucuz ve ithal tüketim mallarına yöneldiklerinden bunlar piyasaya bolca girmiş vaziyetteydi. Küçük Avrupa arabaları (genellikle Alman markalar) ve Japon arabaları ve Japon elektronik ürünleri bol ve ucuz olarak her yerde bulunuyordu.

Ben, Ankara’dan ABD’ye çoluk çocuk gelmiş, bunun da ötesinde Manhattan’daki Türkofis’te görevli bir Türk olarak (ofisteki iş bölümünde piyasa görevlisi idim) Wall Street Journal gazetesi okuyor ve etrafımdaki olayları anlamaya çalışıyorum. Orası benim için bütün hayatım boyunca yararlandığım, ders aldığım bir okul gibiydi. Her şeyi vura vura öğretirlerdi insana.

Güzel günlermiş……

*Sayın Kalaç’ın öz geçmişi “BİR ZAMANLAR DIŞ TİCARET”  başlıklı yazısında yer almaktadır.