BİR “TEŞKİLÂT KANUNU” HİKÂYESİ

BİR “TEŞKİLÂT KANUNU” HİKÂYESİ

Ömer BERKİ*

Dış Ticaret, “Hazine ve Dış Ticaret” (1983-1995) iken, dört yıl müddetle (1990-1993) yaptığım Personel Dairesi Başkanlığı görevim bayağı hareketli ve itiş-kakış içinde geçmiş idi. Bu süre zarfında, 1991’in Ağustos ayında, o tarihteki adıyla Devlet Planlama Teşkilâtı bünyesindeki üç önemli birimin (Teşvik ve Uygulama, Serbest Bölgeler, Yabancı Sermaye) 220-230 civarındaki tüm personeli ile birlikte bizim bünyemize aktarılması, oldukça sıkıntılı ve kamu oyunda da ses getiren bir operasyon olmuş idi. Bu birleşme bir Kanun Hükmünde Kararname (436 sayılı KHK) ile gerçekleştirilmiş, bu KHK’yı o tarihte Marmaris’te tatilini yapan Cumhurbaşkanımız Turgut Özal’a özel kurye ile iletmiş, kendisinin imzasını bu şekilde aldıktan sonra da, “Resmi Gazete’de basım işini” de bizzat sonuçlandırarak işlemi tamamlamıştık. Birleşme gerçekleştikten sonra “Personelciler” olarak, çok değerli çalışma arkadaşlarım Hıdır Alparslan, Haydar Akın, sevgili Nesrin Hanım, Rahime Hanım, Şenel, Bülent, Kalender, Bayram, Celâl ve adlarını sayamadığım daha birçok mesai arkadaşımla birlikte, kalınca bir kitap malzemesi oluşturacak olaylar yaşamış, olayların genellikle merkezinde olmuş, haklı-haksız birçok eleştirinin tam da ortasında kalmış idik.

Okuyucu ile burada paylaşmak istediğim “Personelcilik Anısı” bu değil, maalesef akamete uğramış olan bir hikâyedir. Özetlemeye çalışarak anlatayım.

Tarihini tam olarak hatırlayamıyorum. Müsteşar Tevfik Altınok idi. Demek ki 1991 Aralık-1993 Şubat arası bir tarih. Mecliste Teşkilât Kanunumuzun bazı maddeleri görüşülüyordu. Teşkilât Kanunumuzda bizleri en çok rahatsız eden personel düzenlemesi şu idi: Şube Müdürü ve Daire Başkanı görevlerine atanabilmek için “HDTM Uzmanı” unvanına sahip olmak gerekiyor; bunlar üzerindeki Genel Müdür Yardımcısı, Genel Müdür, Müsteşar Yardımcısı ve Müsteşar unvanlı görevlere atanabilmek için bu ön şart aranmıyordu. Yani HDTM’de Şube Müdürü olmak için mesleğin uzmanı olmanız bir ön şarttı; buna karşın Genel Müdür olmak için böyle bir gerek yoktu! Yani işin Türkçesi, başka bir kurumdan HDTM’ye Şube Müdürü veya Daire Başkanı olarak gelmek isteyen birine “kusura bakma senin naklen tayinini Şube Müdürü veya Daire Başkanı olarak yapamıyoruz, zira Teşkilât Kanunu buna imkân vermiyor; ama, istersen Genel Müdür olarak gelebilirsin” denilebiliyor idi. Durum, biraz da abartarak anlattığım gibi, böyle idi. Yani kara mizah!

Benim, bahsettiğim bu Teşkilât Kanunu revizyonu ile ilgili olarak sıkça Meclis’e gitmem gerekiyordu. Bu arada şeytan beni dürttü ve o dönemki koalisyon partilerinden biri olan Doğru Yol Partisi’nin Grup Başkan Vekili Sami Daçe’den randevu aldım. Bizim bu, bahsettiğim konuyu görüşecektim. Yani somut olarak söylemek gerekirse konum şu idi: Üst düzey görevlere atanabilmek için de “HDTM Uzmanı” olunması, bir ön şart olarak Teşkilât Kanunumuza konulmalıydı! Kendisine randevu saatinde gittim. Odasında Turan Tayan da vardı. Yanlış hatırlamıyorsam Turan Bey de diğer Grup Başkan Vekili idi. Olumlu bir durum oluşur da gerekir diye Teşkilât Kanunumuza yapılmasını önereceğim madde değişikliğine ilişkin metni de yazılı olarak yanımda götürmüş idim. Sayın Daçe’den hazırlamış olduğum madde metnini Meclis’te, Genel Kurul’da önerge olarak vermesini rica edecektim. Plânım bu idi. Bağlı bulunduğum Müsteşar Yardımcısı Sayın Tuncay Altan’a ve Müsteşar Sayın Tevfik Altınok’a bu girişimimle ilgili haber vermemiş idim. Onlara müthiş bir sürpriz yapacaktım!

Sami Daçe ile baş başa görüşmeyi umarken, odasında Turan Tayan’ı da görünce “Tamam” dedim, “Körün istediği bir göz, Allah verdi iki göz!”. İş, Meclis Genel Kurulu’nda önerge verme konusunda yetkili olan bu iki grup başkan vekilini ikna etmeye kalıyordu. Büyük bir heyecanla derdimi, yani Kurumun derdini anlattım. “Kurumumuza Şube Müdürü olarak naklen gelemeyenler Genel Müdür, Müsteşar Yardımcısı olarak gelebiliyor” gibi ifadelerle olayı özetledim ve yanımda götürdüğüm “madde değişikliği önergesini” kendilerine takdim ettim. Sayın Daçe Ankara Hukuk Fakültesi’nden rahmetli babamın talebesi imiş. Sayın Tayan da babamı tanırmış. Her ikisi de babamı sevip saydıklarını da ifade ederek “tamam” dediler. Bu “tamam”da babama olan saygı ve sevgilerinin mi, yoksa benim sunumumun mu etkili olduğunu hala bilemiyorum! Ama her halükarda iş çok iyi bir noktaya gelmişti.

Hazırladığım önergede bir de “istisna” yaparak Müsteşar unvanını kapsam dışı bırakmış idim. Yani madde önergesi aşağı yukarı şöyle idi: “Şube Müdürü, Daire Başkanı, Genel Müdür Yardımcısı, Genel Müdür ve Müsteşar Yardımcısı kadrolarına atanabilmek için HDTM Uzmanı olmak şarttır”.

Sayın Daçe ve Sayın Tayan’ın gösterdikleri son derece sıcak yaklaşımlarının ve hazırladığım madde değişikliği taslağını önerge formatına çevirerek Genel Kurul’da sunacaklarını çok net olarak ifade etmelerinin sevinci içinde, o tarihlerde Bakanlıklar semtinde bulunan Müsteşarlığa döndüm. Müjdeyi üst yönetime verecektim, hep birlikte sevinecektik!

Durumu anlattığımda büyük tepki gördüm. “Bize söylemeden sen böyle önemli bir konuda nasıl şahsen inisiyatif alırsın. Hem böyle bir düzenleme yanlış olur, geleneksel yapımıza ters düşer, durduk yerde iş çıkarmışsın, git ve ‘biz bu işten vaz geçtik’ de” dediler. İçimden “Vay anasına sayın seyirciler” demişimdir her halde. Kurumsal yapımıza büyük katkısı olacağına inandığım böyle bir işi, tamamıyla kotarmasam bile, en azından koalisyon ortaklarından birinin grup başkan vekilleri vasıtasıyla Genel Kurul’da görüşülmesini (ve büyük bir ihtimalle kabulünü) sağlamışken ve o tarihlerde pek moda olmasa dahi “çak beş” benzeri bir sevinç beklerken olay bir felâkete dönüşmüştü.

“Bize haber vermeden kendi başına bunu niye yaptın!” demeleri dışında hiçbir eleştiriyi hak etmemiştim. Evet, benimkisi memuriyet disiplinine aykırı bir yaklaşım idi. Ama üst kadrolarımız “dışarıdan atamaya” açıktı ve bu da kurumsallaşmanın önündeki en büyük handikaptı. Bir fırsat bulmuşken “halledeyim” demiştim!

Hemen yine Meclis’e koşturdum. Sayın Daçe’ye ne dediğimi hatırlamıyorum, ama muhtemelen ezile büzüle “biz vazgeçtik” gibilerden bir şeyler söylemişimdir. Önemli, hatta tarihi bir fırsatı kaçırmıştık. Biraz daha ileri gideyim: “Kurumun namusunu kurtaramamıştık!”.

Mesleki anılar bağlamında temel ilke, hiç şüphesiz ki “yapılamayanların değil, yapılanların anlatılması” olmalıdır. Sonuçlandıramadığım, yani “yapamadığım” bir işe ilişkin anımı anlatarak bu ilkeye ters düştüğümün farkındayım. Ancak, klasik ifadesiyle “tarihe bir not düşmek” adına bu anımı, özellikle genç meslektaşlarımla paylaşmakta fayda gördüm.

Hoş, idari yapının bugün geldiği noktayı gerek mevzuat, gerekse uygulama açısından değerlendirdiğimde, içimden “bu anının bugün için hiçbir kıymeti harbiyesi yok” demek de gelmiyor değil doğrusu.

Başka anılarda buluşmak üzere…

 
* Ömer BERKİ
1951 Ankara doğumludur. 1972 yılında Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden mezun olmuştur. Avukatlık stajını takiben, 1973’te Ticaret Bakanlığı’nda, İç Ticaret Genel Müdürlüğü’nde memuriyete başlamıştır. 1977 yılından itibaren bu Bakanlığın Dış Ticaret Genel Sekreterliği’nde hizmet vermiştir. Yurt dışında, yaklaşık on üç yıl Stockholm, Hamburg ve Viyana’da Ticaret Müşavir Yardımcılığı, Ekonomi ve Ticaret Başmüşavirliği ve Ticaret Başmüşavirliği görevlerinde bulunmuştur. Ticaret Bakanlığı, Hazine ve Dış Ticaret Müsteşarlığı ve Dış Ticaret Müsteşarlığı’nda 1990-1993 yılları arasında Personel Dairesi Başkanlığı; İhracat Genel Müdürlüğü’nde çeşitli tarihlerde toplam on yıl müddetle Raportör, Şube Müdürü ve Genel Müdür (1997-2000) olarak görev yapmıştır.

Şubat 2004 itibariyle kamu görevinden kendi isteği ile emekliye ayrılmıştır.

2004 Mart ayından bu yana Türk Dışticaret Vakfı ve Dünya Türk İşadamları Vakfı’nın Yönetim Kurulu Üyesi ve Genel Koordinatörü olarak iş yaşamına devam etmektedir. Türk Dışticaret Vakfı ile Bilkent ve Başkent Üniversitelerinde “Uluslararası Ticaret Hukuku” dersleri vermektedir.