“BİR ZAMANLAR DIŞ TİCARET”   

*Halûk KALAÇ

1980 ihtilalinden sonraki karışık dönem genel bir seçimle sonuçlanmış,

Yıl 1983, Aralık ayındayız. ANAP (Anavatan Partisi) yapılan seçimleri kazanmış ve Turgut Özal Başbakan olarak kabinesini kurarak yönetimi ele almış (13 Aralık 1983).

Siyaset sahasında işler bu minval üzere sürüp giderken dış ticarette bizler, İthalat Genel Müdürlüğü olarak Genel Müdür Fevzi Şen yönetiminde ithalat rejimini hazırlamanın çalışmasına yoğunlaşmış vaziyetteyiz. Ben İthalat Rejimi’nden sorumlu Genel Müdürlük Müşaviriyim.

Soğuk bir Aralık gecesi aç biilaç, bütün personel, çay ocağındaki çaycılar ile kaloriferciler de dahil, hepsi evlerine gitmiş olduklarından toplantı salonunda soğukta oturmuş rejim çalışması yapan bizler, 10-15 uzman, zamanın ne olduğunu, saatin 20-21.00’i bulduğunu unutmuş, çalışıyoruz. Birden, açılan kapıdan, paltosunun yakasını kaldırmış orta uzun boylu, yakışıklı, gençten bir bey içeri girerek şöyle etrafta bir göz gezdirdi ve “Siz burada ne yapıyorsunuz?” diye ortaya sordu. Biz birbirimize bakarak bu selamsız sabahsız pat diye içeriye dalan, ama ifadesinden ve davranışından önemli bir şahıs olduğunu anladığımız kişiye hak ettiği cevap yerine biraz ortadan bir sesle “İthalat Rejim’i toplantısı yapıyoruz” diye cevapladık ayağa kalkarak.

Bunun üzerine paltolu zat “Ben Müsteşar Ekrem Pakdemirli” diye kendini tanıttıktan sonra yine ortaya “İthalat Rejimi hazır, yarın gelin de bir tane size vereyim” deyip arkasını dönüp yine selamsız sabahsız çekip gitti.

Bu, mana ve anlamdan yoksun baskın ziyaret yorgun bedenlerimiz üzerinde herhangi bir ifade kazanamamakla birlikte yaptığımız işin anlamsızlığını bir anda ortaya koyması bakımından üzerimizde yıkıcı etkisi olmuştu. Kâğıt ve kalemlerimizi toplayıp evlerimize dağıldık sessizce.

Ertesi gün Sayın Müsteşarımızın bizleri şereflendirdiği ziyareti değerli Genel Müdürümüz rahmetli Fevzi Şen’e anlattık tabii. Odadaki arkadaşlar sadece biz “Rejimciler”den ibaret olmadığından, Fevzi Beyin de bilip bize anlattıklarıyla ortaya çıkan durumu şöyleydi: Sanayi Bakanlığı’ndan Gülgün Çeltikçi isimli bir uzman ve etrafındaki 7-8 kişilik bir ekip rahmetli Pakdemirli’nin yönlendirmesiyle İthalat Rejim Kararnamesini ve Yönetmeliğini, Tebliğlerine kadar hazırlamışlar ve Pakdemirli’nin atama kararnamesinin yayımlanmasını müteakip bunları Resmi Gazeteye göndererek yayımlatmayı planlamışlar. Gülgün Çeltikçi, Fevzi Beyin yerine Genel Müdür olcakmış. Bütün ekip de diğer pozisyonları paylaşıyorlarmış. Hatta Gülgün Hanım, Fevzi Beyin odasının kapısına kadar gelmiş, sekreter içeri bırakmamış.

Fevzi Beyin Müsteşar ile görüşme talebi bir süre sonra uygun görüldü ve makama çağrıldık. Fevzi Bey beni ve Yalçın Burçak’ı yanına alarak, adeta bir salon gibi çok büyük olan, eskiden bakan odası olarak kullanılan odaya Özel Kalem Müdürü tarafından alındık.

Pakdemirli kapının tam karşısına gelecek şekilde yerleştirilmiş büyük ve heybetli masasında. Bize “Gelin oturun” dedi, oturduk. Daha önceden hazırlanmış olduğu anlaşılan bir takım kâğıtları Fevzi Beye uzattı ve “Bu, yeni İthalat Rejimi Kararı, okuyun ve sonra görüşelim” dedi, aldık, odadan çıktık. Ancak merakımızı yenemeyerek Özel Kalem Müdürü’nün önünde metni okumaya başladık.

Taslak Kararnamenin 1. maddesi aynen şöyle yazıyordu, “İthalat Serbesttir!”

Şok olmuştuk. Gülsek mi ağlasak mı? İthali yasak ve ithali kayda bağlı maddeler olduğu gibi, sadece Dış Ticaret Teşkilâtı’nın değil Tarım, Sanayi, Milli Savunma Bakanlıkları ile daha birçok merciin tahditleri var iken ithalat nasıl serbest olabilecekti?

Ayaküstü kabaca bir değerlendirme yaptığımızda bu Kararnamenin uygulamasının mümkün olmadığına karar verdik. Fevzi Bey “Siz bunu inceleyin” diye bizi bakan katındaki toplantı salonunda bıraktı. Biz, Burçak’la birkaç madde daha okuduktan sonra kendimizi daha fazla tutamayarak kahkahalar atarak gülmeye başladık. “İthalat Serbestmiş!”. Türk Parası Kıymetini Koruma Yasası ve bu yasanın uygulanmasına ilişkin Kararname  ile içinde hapis bile olan cezalarla güçlendirilmiş bir düzenlemeyi “Kararname” düzeyinde yayımlanan bir Bakanlar Kurulu’na kim saygı gösterirdi. Özal Hükümeti birinci dakikada kendi kalesine çok fena bir gol atmıştı. Yayımlandığı takdirde, hukuktaki “Başlamış İşlem”, “Müktesep Hak” gibi müesseseleri ihlal etmeden bu Kararnameyi geriye almak ise imkânsızdı. Çok büyük paralar ve tazminatlar ödenecekti ve çok canlar yanacaktı.

“İthalat Serbestisi” bu şekilde, Bakanlıklar semtindeki binamızın zemin katındaki İthalat Genel Müdürlüğü’nde en önemli konu haline gelmişken, eş zamanlı olarak 2. kattaki İhracat Genel Müdürlüğü’nde de ortalık çok hareketli idi. İhracat Genel Müdürlüğü’nü ve tüm memleketi ciddi bir “ihracat heyecanı” sarmıştı. “İhracat heyecanı yaratmak” çok doğru bir ekonomik politika idi. Ülke kalkınmasının yolu ihracattan geçmeliydi. Başta Turgut Özal olmak üzere, hemen hemen tüm yetkililer, iki kelime ile özetlemek gerekirse şöyle demeçler veriyorlardı: “İhracat serbesttir!”.

“İhracat Serbesttir” ve “İthalat Serbesttir” söylemleri sıkça dillendiriyor ve bu da, doğal olarak gazetelerin manşetlerinde hemen hemen her gün birinci sırada yer alıyordu. Sonuçta insanlar, “serbest” olarak ihracat ve ithalat yapmak için doğrudan giriş ve çıkış gümrüklerine hücum ediyorlardı. Buna bir de, 19 Aralık 1983 günü Başbakan Turgut Özal tarafından TBMM’de okunan Hükümet Programı’nda yer alan “… ithalat ve ihracat serbest hale getirilecektir” söylemi eklenince iş, deyim yerindeyse iyice çığrığından çıkmıştı.

Biz bu arada, günlük işlerimizle de uğraşma gayretini sürdürürken çalan telefondaki İstanbullu bir ithalatçı firma yetkilisi gümrüklerin, İthalat Rejimi nedeniyle işlemleri durduklarını ve gümrükten hiçbir malın ithalatını yapamadıklarını bildirdi. Bundan sonraki zamanda telefonlar sürekli çalıyor ve hep aynı soru soruluyordu. “Gümrük ne zaman açılacak?”. İhracatta da durum aynı idi.

Devlet yönetimi ve hukuki yapı hakkında hiçbir bilgisi bulunmayan bir idarenin devlette köklü değişiklikler yaparak işe başlama hayali tam bir fiyaskoya doğru gidiyordu. Devletin bir bütün olduğu, sistemin yasalarla düzenlendiği, bu yasaların devlet memurları eliyle uygulandığı, bunların hepsinin devamlığının, sürekliliğinin esas olduğu… Bunların hepsi bir tarafa bırakılarak bir bakanlığın işi, hatta yetkileri, başka bir bakanlığın uzmanlarına bırakılarak işler arap saçına dönüştürülmüştü ve biz gördüğümüz davranışlardan çok rencide olmuştuk.

İş giderek büyüyor ve devreye Özal girerek Fevzi Beyle görüşmek istiyor. Kısa bir not yazarak durumun yanlışlığını, düzeltmek için neler yapılması gerektiğini, geçen zamanın ne anlama geldiğini, emir vererek hiçbir gümrükçüye kapıyı açtıramayacaklarını, lisanı münasiple anlattık ve Pakdemirli ile birlikte Özal’a gönderdik.

Takip eden günlerde artık Gülgün Çeltikçi ve ekibi hiç ortalarda görülmüyorlardı. Bu arada biz Pakdemirli’nin odasına girme üstünlüğüne sahip hale gelmiş idik. Zaman zaman Özal’ın başbakanlık konutunda gece toplantılarına da davet ediliyoruz.

Konunun asıl ve ilginç yönü şu idi: Serbest ithalat konusundaki taslak Kararname, daha doğru bir ifadeyle Başbakan ve yetkililerin demeçlerinden kaynaklanan ve hükmünü bir süre sürdüren “serbest ithalat söylentileri” nedeniyle İstanbullu cin ithalatçılar ellerindeki bütün parayı “başlamış işlem” olarak, prim yapacak mallara yatırmışlardı. Bunların haberleri Özal’a geldikçe “bu dipsiz kuyudan en erken ve en az zararla nasıl çıkabiliriz?” arayışına girildi. Gümrükler kapıları kilitledikleri için mallarını çekemeyen sanayi kuruluşlarının üretimleri aksamaya başladı. Gazeteler ve yayın kuruluşları ciyak ciyak! Her kafadan bir ses çıkıyor.

Biz, İthalat Genel Müdürlüğü olarak gayet rahat hareket ediyoruz. Çünkü biz, ithalat mevzuatı düzenlemelerinin en önemli unsurlarından biri olan “başlamış işlem” fikrinin hem yaratıcısı hem de uygulayıcısıyız. Bize göre adam bu süre içinde sözleşmesini yapmış veya proforma faturasını almış veya parasını ödemiş ise bu başlamış işlemdir. Konu bizim için bu kadar açıktı.

Özal ve Pakdemirli bizim net duruşumuz ve güvendikleri diğer kurumlar (Merkez Bankası, Başbakanlık Kanunlar Kararlar Genel Müdürlüğü, Gümrükler Genel Müdürlüğü) ve hukukçular ile benzeri kurum ve kişilerden de kendilerini destekler mahiyette bilgiler geldiğinden cenazeyi bizim kaldıracağımıza kani oldular ve boylu boyunca yoğun bir çalışmanın içine girdik. Ben Kore’den yeni dönmüşüm, rütbem Müşavir. Burçak keza. Oysa Özal’ın ve Pakdemirli’nin etrafı müsteşar, genel müdürler yardımcıları ve daire başkanları ile dolu. Ben bu adamlara işi anlatıyor ve kararname, yönetmelik vs mevzuat yazıyor Resmi Gazete’de yayımlatıyorum. Yerleşmeye çalıştığım evimde telefon bile yok (Cep telefonu zaten icat edilmemiş!).

Gecenin bir saati Şimşek Sokak’taki evime bir araba geliyor ve beni konuttaki bir toplantıya götürüyor.

Bu karmaşık dönemde merhum Özer Çınar Bey bizim Müsteşar Yardımcımız olarak atanmış ve yeni dönemin iç ve dış tayinleri başta olmak üzere yığınla sorunla uğraşıyor: Bu arada, bize başlangıçta hiç itibar etmeyen Pakdemirli, tıkır tıkır iş çıkaran, bu hassas işlerde dışarıya hiçbir sızıntı vermeyen İthalat Genel Müdürlüğü’nün nasıl bir devlet dairesi olduğunu anladığından, liyakatımıza olan güven duyguları pekişmiş bir şekilde artık bize destek olmaya başlamış durumda.

Geldiğimiz noktada Pakdemirli, sıkışık mekân, sayıca kısıtlı kadrolara rağmen, imkânsızlıklar içinde iyi yetişmiş, bilgili, namuslu, tecrübeli insanların dış ticaret teşkilâtını oluşturduğunu ve bu konuyu en iyi şekilde temsil ettiğini anlamıştı.

Devleti yönetenler bakımından böyle kötü bir tecrübenin sonraki uygulamalara bir yararı olmadığını bizzat içinde yaşayarak gördük. İşi ehline yaptırmak söz konusu olduğunda ekonomik ve ticari işlerin küçülen dünyadaki boyutları itibariyle “iç ve dış diye teorik bir ayrımı olsa bile, konu pratikte birbirleriyle gayet grift bir bütünlük arz etmektedir. Sonuçta, Dış Ticaret Teşkilâtı bünyesinde yetişmiş bürokratların içerideki,yani merkez teşkilatındaki ve yurt dışındaki tecrübelerinin ülkemiz için göz ardı edilemeyecek değerli bir birikim ifade ettiği net bir gerçektir.

Uygulamanın daha ileri safhalarında, devletin yaptığı bu hatanın bedelinin ödenmesi epey sancılı oldu. İyi niyetle veya değil, başlamış işlem ve/veya mücbir sebep gerekçeleriyle mahkemelere intikal eden bu davalar barolarda, avukatlar arasında, sonucu garanti ve büyük rakamlı davalar olmaları nedeniyle büyük rekabete sebep oldu. Neticede devlet, ödemeler dengesinde görülmeyen, dolayısıyla kamuoyunun fazlaca bilgisi dahilinde olmayan büyük paralar ödedi.

* Halûk KALAÇ
1941 doğumludur. A.Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi 1966 mezunudur.
Devlet memuriyetine 1966 yılında Maliye Bakanlığı’nda başlamıştır.
1969 yılında Ticaret Bakanlığı’nda başladığı görevini Hazine ve
Dış Ticaret Müsteşarlığı ve son olarak da Dış Ticaret Müsteşarlığı’nda
sürdürmüş, 2003 tarihi itibariyle emekliye ayrılmıştır.
Merkezde, İthalat Genel Müdürlüğü’nde çeşitli kademeler yanında
Genel Müdür Yardımcılığı görevinde de bulunmuştur. Yurt dışında ise,
New York, Lizbon, Seul, Cidde ve Milano’da, Büyükelçilikler ve
Başkonsolosluklar nezdinde Ticaret Başmüşaviri, Ticaret Müşaviri ve
Ticaret Ataşesi olarak çalışmıştır.