Türkiye imalat sanayisinde alarm zilleri çalıyor: Kötüye gidiş durmuyor
Temmuz 2025 verileri, Türkiye ekonomisinin kalbinde yer alan imalat sanayisinin zor bir dönemden geçtiğini bir kez daha gözler önüne serdi. İstanbul Sanayi Odası (İSO) tarafından açıklanan Türkiye İmalat PMI (Satın Alma Yöneticileri Endeksi), temmuz ayında 45,9 seviyesine gerileyerek hem son 16 ayın kesintisiz daralma sürecini sürdürdü hem de Ekim 2024’ten bu yana en belirgin düşüşü kaydetti. Peki, bu ne anlama geliyor? Türkiye ekonomisi açısından nasıl bir uyarı taşıyor? Daha da önemlisi, buradan nasıl bir çıkış yolu bulunabilir?
Sanayi üretimi endeksi, bildiğimiz gibi, 50 puanın altındaki değerlerde imalat sektöründe daralmaya, üzerindeki değerlerde ise büyümeye işaret eder. Dolayısıyla 45,9 seviyesine düşen Temmuz verisi, sektördeki daralmanın yalnızca devam etmediğini; aynı zamanda hızlandığını da ortaya koyuyor. Asıl endişe verici olan ise bu sürecin tesadüfi değil, uzun süredir devam eden bir trend olması. Zira PMI verisi 16 aydır 50 puanın altında seyrederek sürekli bir daralmayı işaret ediyor. Üstelik yeni siparişlerdeki düşüş, Temmuz’da Mart 2025’ten bu yana en yüksek oranına ulaşarak tabloyu daha da ağırlaştırıyor.
Talepteki Durgunluk ve İhracat Baskısı: Çifte Darbe
Sanayinin duraksamasının ardındaki nedenlere baktığımızda, karşımıza iki temel faktör çıkıyor: iç talepteki durgunluk ve dış talepteki zayıflık. İSO raporuna göre, temmuz ayında yeni ihracat siparişleri de düşüşünü sürdürdü. Bu, Türkiye’nin ana ihraç pazarlarındaki büyümenin yavaşlaması ve küresel talebin hala toparlanamamasıyla ilişkili. Öte yandan, iç pazarda da tüketici talebi zayıf seyretmeye devam ediyor.
Bu gelişmelerin sonucu olarak üretim hacmi küçülüyor; imalatçılar da maliyetlerini kontrol altında tutmak için üretimi kısıyor. Bu durum yalnızca üreticileri değil; tedarik zincirinden taşımacılığa, perakendeden lojistiğe kadar çok sayıda sektörü de dolaylı olarak etkiliyor. Sonuç olarak istihdamda yavaşlama, yatırımlarda erteleme ve iş gücü piyasasında güvensizlik gibi zincirleme etkiler ortaya çıkıyor.
Ekonomik büyüme açısından bakıldığında, imalat sanayisinin bu daralması Türkiye’nin genel büyüme performansını da baskılıyor. Zira sanayi üretimi hem milli gelirde hem de ihracatta kritik bir role sahip. Dolayısıyla sanayideki yavaşlama, büyüme hedeflerine ulaşmayı da zorlaştırıyor.
Güvensizlik Ortamı ve Beklentiler: İyileşme Sinyali Var mı?
Belki de en kritik soru şu: Bu tablo geçici mi, yoksa kalıcı bir daralma riskine mi dönüşüyor? Temmuz verileri ve özellikle de üst üste 25 aydır devam eden yeni siparişlerdeki düşüş, sanayideki sorunların geçici olmaktan çok yapısal bir nitelik kazandığını düşündürüyor. Zira üreticiler, talepte kalıcı bir iyileşme olmadan üretimi artırmakta temkinli davranıyor; bu da toparlanmayı geciktiriyor.
Piyasa güveninin kırılması, yatırım kararlarını da erteliyor. Üreticiler yeni yatırım yapmak yerine mevcut kapasiteyi korumaya odaklanıyor; istihdamda genişlemeye gitmek yerine mevcut kadrolarla üretim yapmayı tercih ediyor. Bu durum, uzun vadede inovasyon ve verimlilik artışını da sınırlayarak Türkiye’nin küresel rekabet gücünü olumsuz etkileyebilir.
Diğer yandan, enflasyon ve finansman maliyetleri de sanayi için ek bir yük oluşturuyor. Faiz oranlarının yüksek seyretmesi, sanayicilerin finansmana erişimini zorlaştırıyor ve yatırım maliyetlerini yükseltiyor. Döviz kurlarındaki dalgalanma ise hem ithal girdi maliyetlerini artırıyor hem de mali planlamayı güçleştiriyor.
Çıkış Yolu Nereden Geçiyor?
Peki, buradan nasıl çıkılır? Öncelikle talebi canlandıracak ve üreticilere güven verecek adımlar kritik önem taşıyor. Enflasyonla mücadele sürecinin istikrarla yürütülmesi, öngörülebilir bir ekonomik ortam oluşturabilir. İç talepte kalıcı iyileşme için tüketici güveninin yeniden tesis edilmesi; ihracatta ise yeni pazarlara açılım ve katma değeri yüksek ürünlere odaklanmak gerekiyor.
Aynı zamanda sanayinin dijital dönüşüm ve yeşil dönüşüm alanlarında desteklenmesi, uzun vadede rekabet gücünü artırabilir. Katma değeri yüksek üretime geçiş, sadece ihracatta değil, iç pazarda da sanayinin nefes almasını sağlayabilir. Ar-GE teşvikleri ve teknoloji yatırımları da bu süreci hızlandırabilecek önemli araçlar.
Sonuç olarak, Temmuz PMI verisi yalnızca bir aylık bir gerilemeyi değil; sanayideki derin ve uzun süredir devam eden bir kırılganlığı işaret ediyor. Türkiye’nin sanayide tekrar büyüme patikasına girmesi, ancak güven ortamının sağlanması, finansman koşullarının iyileştirilmesi ve yeni siparişlerin artmasıyla mümkün olabilir. Aksi takdirde, sanayideki bu alarm uzun vadede tüm ekonomi için daha büyük riskler yaratabilir.
Özetle: Temmuz verileri, sanayideki daralmanın yalnızca sürdüğünü değil, derinleştiğini de gösteriyor. İç ve dış talepteki zayıflık, üreticilerin temkinli davranmasına neden oluyor. Çözüm ise; güveni artırmak, yeni siparişleri canlandırmak ve sanayiyi katma değeri yüksek üretime yönlendirmekten geçiyor. Ekonominin kalbi sayılan sanayi, nefes almadan Türkiye’nin sürdürülebilir büyümesi de risk altında kalmaya devam edecek.
ZAFER ÖZCİVAN
Ekonomist-Yazar