BM’nin iki önemli kurumu Dünya Sağlık Örgütü (WHO) ve UNICEF araştırma verilerine göre, dünyada her dört kişiden birisi içme suyuna güvenli bir şekilde erişememektedir. Bir başka ifade ile dünyanın dörtte biri sağlıklı su tüketememektedir.

Dünya maalesef yeni yüzyıla birçok uluslararası sorunlarla girdi; savaşlar, salgınlar, büyük ekonomik krizler, vahşi insanlık suçları, bölgesel sorunlar ama bunların içerisinde “su” sorunu, önümüzdeki süreçte tüm insanlığı etkisi altına alacak nitelikte görünmektedir.

Bugüne dek biz su sorununu hep batının “Kara Kıta” olarak tarif ettiği, Afrika ile özdeş bir şekilde tanıdık. Ancak, bugün su sorunu ciddi seviyede çözüm bekleyen uluslararası önemli bir konu olarak karşımıza çıkmaktadır. Ortaya çıkaracağı ilave yan sorunlar ise, eğer gerçekçi çözümler geliştirilemez ve su tüketimi konusunda özel yeni bir yaklaşım sağlanamaz ise, insanlığın karşılaşabileceği en önemli sorun olma özelliğine de sahip bulunmaktadır.

Dünya karmaşık ve tezat bir şekilde bir yandan su baskınları, sel gibi doğal afetlerin yanı sıra su kıtlığını da aynı anda yaşayabilmektedir. İnsanlığın kısmen hoyrat bir şekilde kullandığı doğal kaynaklar, çevre kirliliği ve nihayetinde sebep olduğu iklim değişikliği diğer alanların yanı sıra insanlığın en fazla ihtiyaç hissettiği su konusunda da etkisini göstermeye başladı.

Dünya coğrafyasının birçok kesiminin karşı karşıya kaldığı büyük çaplı orman yangınları ise, su sorunu üzerinde çarpan etkisi oluşturan ayrı bir faktör olarak görünmektedir. Mevcut verilerden hareketle BM’nin iki temel kuruluşu, su konusunda 2030 yılına kadar evrensel erişim hedefinin “giderek daha fazla ulaşılamaz” hale gelebileceğine ve milyarlarca insanın geçmişte karşı karşıya kalınan salgın hastalıklar riskine maruz kalabileceğini değerlendirmektedir.

26 Ağustos Salı günü yayınlanan BM’nin bu iki kurumu, 2024 yılında 106 milyon insanın hala nehirlerden, göletlerden ve kanallardan gelen yüzey sularına bağımlı olarak hayatlarını idame ettirdiklerini belirtirken, eğer BM’nin üzerinde çalışılan “Sağlıklı ve Hijyen Su’ya Erişim” (WASH) programında arzu edilen gelişme sağlanamaz ise milyarlarca insanın artan hastalık riskine maruz kalacağına işaret edilmektedir.

Dünya Sağlık Örgütü DSÖ ise; “Su, Sağlık ve hijyen konusu bir ayrıcalık değil temel insan hakkıdır” diyerek, bu konudaki çalışmaların mutlak surette hızlandırılması gerektiğinin altını çizmektedir.

Söz konusu yayımlanan rapora göre, 2015’ten bu yana 961 milyon insan güvenli şekilde yönetilen içme suyuna erişim imkana kavuşturularak, dünya nüfusunun içme suyu konusundaki oranı %68’den %74′ e yükseltilmiş, ayrıca 61 milyon insan da içme suyu için çok riskli olan yüzey suyu kullanımından kurtarılmış, bu anlamda bertaraf olan ülke sayısının da 142’den 154’e çıkarıldığı belirtilmiştir. Bu veriler sağlıklı su kullanımı açısından kısmi bir gelişme olarak ifade edilebilse de sorun henüz önemini muhafaza etmekte olup, sorunun temelden çözümü konusunda henüz atılması gereken çok ciddi adımlar bulunmaktadır. Nitekim bu durumdan en fazla çocuklar olumsuz anlamda etkilenmekte olup, çocuklar temiz, sağlıklı ve hijyen suya erişemediğinde, sağlıkları, eğitimleri ve geleceklerinin risk altına girdiği açık bir gerçekliktir.

Ülkemiz su kaynakları itibariyle kısmen diğer birçok bölgesel ve küresel ülkeden çok daha şanslı konumdadır. Ancak, iklim değişikliği ve yağışların önemli ölçüde tabiatı değişerek çok daha kurak bir süreç yaşanması, kuzey Afrika ülkelerini olduğu gibi önemli ölçüde ülkemizi de etkisi altına almış bulunmaktadır. Henüz yüksek risk seviyesine gelinmemiştir. Fakat su kullanımı ve su yönetimi konusunda toplumsal anlamda özel bir duyarlılık oluşturamaz isek, riskli ve sıkıntılı sürece çok yaklaşmış olduğumuzu ifade etmemiz gerekmektedir. Yetkili kurumlarımız bu konuda büyük bir gayret içerisinde yeni su havzaları ve baraj inşaatları ile geleceğe yönelik su ihtiyacımızı en iyi şartlara doğru zorlamaktadır.

Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin bu konuda karşı karşıya olduğu sorun ise yine Ankara’nın sorumluluğunda bulunmakta ve çözümde büyük mesafe kat edilmiştir. Hatta adada ikili toplumsal barışın sağlanmasına da önümüzdeki süreçte katkı sağlayacağına inanılan suyun, tamamlanma aşamasında olan su nakil projelerinin her iki kesimin ihtiyacını karşılayabilecek potansiyele de sahip olduğunu adanın geleceği açısından çok önemli olduğun da ilave etmek gerekir.

Ayrıca, imkan ve doğal kaynakları hep başka ülkeler tarafından kullanılmış Afrika ise; su konusunda oldukça dikkat çekici durumu ile kendisini göstermektedir. Aslında dünyanın önemli su kaynaklarından bir bölümü Afrika kıtasında yer almaktadır. Dünyanın en büyük ve yüksek debili nehirlerinden Sanaga ve Nil nerede ise Afrika’nın büyük bir kısmını besleyebilecek potansiyele sahip bulunmaktadır. Hem tarım hem içme suyu kullanımı açısından önemli bir potansiyel mevcut ancak birçok konuda olduğu gibi bu konuda da masum, mazlum Afrikalı nerede ise yalnız bırakılmış durumdadır.

Afrika’da su varlığına rağmen ciddi anlamda susuzluk çekilmesinin en temel sebeplerinin başında profesyonel bir su yönetimi anlayışının bulunmamasından kaynaklandığını belirtebiliriz. Özellikle sağlıklı ve temiz suya erişebilme konusunda kıta ciddi sorunlarla karşı karşıyadır. Nitekim Afrika kıtasında ömür ortalaması dünyadaki en düşük seviyededir. Bu da temiz su kullanım sıkıntısının yanı sıra diğer sebeplerle çocuk ölüm oranının çok yüksek seviyede olmasından kaynaklandığını ifade etmek mümkündür.

Henüz Afrika’da deniz ve okyanuslara akan kullanılabilir suyun kontrol altına alınabildiğini söyleyemeyiz. Öyleki, Orta Afrika’da dünyanın en büyük nehirlerinden Sanaga nehri hem tüm Sahra Afrika’sının içme suyu ihtiyacını karşılayabilecek hem de bölgenin barajlar aracılığıyla elektrik ihtiyacını karşılayabilecek niteliktedir. Ancak henüz bizim GAP Projemiz benzeri büyük bir proje ne düşünülmüş ne de ciddi anlamda bölgede bir yer edinebilmiş değildir. Bu da bölgenin çok ciddi anlamda Türk Mühendis ve Müteahhitlik tecrübesine olan ihtiyacının en önemli göstergelerinden birisidir.

Burada iyi niyetle ama yanlış yöntemlerle faydalı olmaya gayret ederken bölgeye zarar veren STK’larımızdan da söz etmek zorundayız. İnsani hislerle Afrika’da su kuyusu yaptırmak çok insani yaklaşımlardan birisi, ancak amatör tutum, bilgi, tecrübe ve profesyonel su yönetimi anlayışından uzak, iptidai yöntemlerle, sadece maliyetinin ucuz, sayısının çok olması amacıyla açılan su kuyuları yer altı suyunun deformasyonuna neden olarak zarar verirken, 6 ay 1 yıl gibi çok kısa sürede açılan bu kuyular kuruyarak, Sahra Afrika’sını kör kuyu mezarlığına dönüştürebilmektedir.

Bu konuda, hem STK larımızın çok profesyonel bir yaklaşımla ilgili kurumlarımızın birikim ve görgülerinden yararlanması, hem de Anadolu insanın kıt kaynakları ile bölge çocuklarının temiz suya erişme hislerine anlamlı katkı sağlayabilmesi elzem bir konu olarak bölge ve ülkemiz gündeminde önemli yer tutmaktadır. İlgili kurumlarımızın da bu konuda STK’ları yönlendirmeleri, ciddi eğitim vermeleri ve vatandaşımızın da yetkin STK’ları araştırarak kaynaklarının doğru kullanımına katkı sağlamaları gerekmektedir.

Yeni yüzyıl Türkiye Vizyonunda sadece, Türkiye için değil Afrika için de çözüm yine Anadolu insanın İnsani barışçıl yaklaşımı ile ortaya çıkabilecek gibi görünmektedir. İnsani yaşamın temel kaçınılmaz gereksinimi “su” konusundaki profesyonel birikimimiz ülkemizin olduğu gibi, Afrika’nın da önemli bir sorununu çözebilecek imkanı haizdir.

Ömer Faruk DOĞAN
Ankara, 26.Ağustos.2025