DOĞAN SELÇUK ÖZTÜRK / ANEKDOT

● Bedi Bey, sizi tanıyarak başlayabilir miyiz?

1930 İzmir doğumluyum. İlkokul ve lise tahsilimi İzmir’de yaptım. 1949 senesi nde İstanbul’a gelip şu anki Yıldız Teknik Üniversitesi, eski adıyla Yıldız Mühendislik Okulu’nun makine mühendisliği kısmına başladım ve 1953 senesinde mezun oldum. Önce bir süre Türk Motor’da, askerliğimi yaptıktan sonra da Nato Radar Tesisleri’nde çalıştım. Emekli Sandığı Genel Müdürlüğü’nün turistik tesislere yönelik başlattığı yatırım hamlesi çerçevesinde mühendis arandığını öğrenince oraya müracaat ettim. İçlerinde Hilton Oteli, Tarabya Oteli, Efes Oteli gibi büyük tesislerin bulunduğu projede merkez kontrol mühendisi olarak çalıştım. 1960 senesine kadar burada görev aldım. Ardından önce Almanya’da sekiz ay mühendis olarak çalıştım, sonra da Amerika’ya geçerek master yaptım. 64 senesine kadar bir Amerikan tesisat firmasında mühendislik yaptım. Türkiye’ye dönünce evlendim ve kendi proje büromu kurdum. Sonrasında kendi işimi devam ettirdim.

PROJECİLİK VE TAAHHÜT DEVAM EDERKEN İMALATA BAŞLADIK

● Biraz da Form Grup’tan bahsedersek…

Projecilikle işe başladık. Proje yaptığımız yerlerden “Bunların taahhüdünü de yapar mısınız?” diye teklifl er gelince o alana da geçtik. Ankara Karayolları Genel Müdürlüğü binasının klima sistemlerinin taahhüdünü almıştık. İstanbul’a malzeme ve cihaz almak için gittim. O zaman Grasso diye bir Hollanda firması vardı. Adamlar şartnameyi inceleyince “Biz bunu yapamayız” dediler. Biz ortada kaldık. Amerika’daki arkadaşlarımızdan rica ederek bazı parçaları temin ettik ve cihazı kendimiz yaptık. İlk defa Türkiye’de freonlu soğutma grubu yapmış olduk. Bazı havalimanlarının terminal binalarının klima taahhüt işini almıştık. Projeleri yapılmış, makine odasına kadar gelip orada bırakılmıştı. “Bunu müteahhit seçsin” demişler. Bıraktıkları hacim ufacıktı. Klima cihazlarının bir tanesi 4-5 metre tutuyor. Odaya sığmaz, mümkün değil. Amerika’daki çalışmalarımıza bakarak Türkiye’de ilk defa kanal rutubetlendirme cihazlarını yapan firma olduk. Projecilik ve taahhüt devam ederken imalata da böylece başlamış olduk. İthalat dönemi başlayınca Türkiye’de yapılamayan makineleri ithal etmeye başladık. Turgut Özal zamanında turistik tesisler için alınacak cihazların sıfır gümrüğe tabi olması uygulaması çıkınca ağırlığımızı temsilciliğe verdik. 10’un üzerinde temsilcilik anlaşması yaptık. Yurt dışında Rusya, Libya ve Suudi Arabistan’da taahhüt işleri yaptık. Fakat taahhüt işleriyle imalat işleri birbiriyle çakıştı. İmalat yaptığımız cihazları taahhüt yapan firmalara satamıyorduk. Bu sefer taahhüdü bırakıp tamamen imalat ve temsilciliğe döndük. Şirketi Ankara’dan İstanbul’a naklettik. Sonrasında İzmir’de çok büyük ve modern bir fabrika yaparak imalatımızı oraya taşıdık. Şu anda üç yabancı firmayla; Japon Mitsubishi, Amerikan Lennox ve Amerikan-İsveç firması Munters ile ortaklıklarımız ve knowhow anlaşmalarımız var. Bir de kendimizin Form tesisler, Form ürünler ve danışmanlık firmalarımız var. Üç yerli firma, üç tane de yabancı ortaklı firma olarak devam ediyoruz.

● İklimlendirme sektörüne girişinizin hikâyesini dinleyebilir miyiz?

Emekli Sandığı’nda çalıştığım dönemde meslek hayatımı belirleyen ve iklimlendirme sektörüne girmemi sağlayan bir olay tesadüfen gerçekleşti. Bir gün ofiste otel projelerini tetkik ediyordum. Genel müdür beni görünce ne yaptığımı sordu. Dedim ki: “Projelere bakıyorum. Gerekli kontrolleri yapıp tasdik edeceğiz.” Gözü kral dairesine takıldı. “Buradaki ekipmanları hiç kullandınız mı?” dedi. Ben de şaşırmıştım. “Hayır” dedim. İstanbul’a geldiğimde Sirkeci otellerinde kalıyordum. (Gülüyor) “Peki.” deyip gitti. İki üç saat sonra genel sekreter telefon etti. “Üç tane fotoğraf, bir de nüfus kâğıdını getir.” “Hayrola. Ne oluyor?” dedim. “Almanya’ya gidiyorsun” dedi. Genel müdür aramızdaki konuşmamızdan sonra “Genç arkadaşları Avrupa’ya gönderelim, bilgilerini, görgülerini artırsınlar” demiş ve bu yönde bir karar alınmış. Bizi Ulus İşhanı’ndaki kontrol mühendisiyle beraber Almanya’ya gönderdiler. 10 gün orada otelleri gezdik, makine dairelerini dolaştık. Böylece ufk umuz açıldı. Orada çalıştığım müddetçe dört kere Avrupa’ya gittim. Görüşmeler ve satın almalar yaptım. Çok büyük bir faydası oldu bana mesleki anlamda.

“BABAM BİZ ÖLMÜŞÜZ”

● Unutamadığınız enteresan bir anınızla devam edebilir miyiz?

Bir gün Ankara Sosyal Sigortalar Müdürü Turgut Bey beni aradı. “Sana iki arkadaş gönderiyorum. Onları bir dinle, ondan sonra görüşürüz” dedi. İki kişi geldi. Biri Adana şivesiyle “Babam biz ölmüşüz” dedi. Perişan haldeydi. Neyse anladık ki Adana Sosyal Sigortalar Hastanesi’nin iklimlendirme tesisatı için iki defa ihaleye çıkılmış. Hiç kimse almamış. Üçüncü defa çıkıldığında bu kişiler almış. Bir de teminat mektubu vermişler. Adamlar başlayın deyince bunlar işin farkına varıp demişler ki: “Biz klimadan anlamayız. Biz kilim işi diye bu ihaleye girdik.” Tabii kurum da ihaleyi alan birisini bulduğu için bunları bırakmak istememiş. Sonra neyse Ankara’daki diğer firmalarla toplandık. İşleri bölüşüp projeyi tamamladık. Aradan 3-4 ay geçti. Büroya geldiğim zaman baktım bu iki arkadaş oturuyor. “Hayırdır” dedim. “Arıza mı var? Çalışmıyor mu?” “Yok ağam,” dediler. “Teklif almaya geldik. Klimacı olduk biz de.”

● Büyük otel gruplarına da işler yaptınız. Bunlardan birini anlatabilir misiniz?

Ankara Dedeman’ın tesislerini yapmıştık. Çok memnunlardı. Yaptıkları başka tesisler için de bizden teklif istediler. Biz de devamlı çalıştığımız için gayet düzgün bir teklif hazırladık. Kuruşu kuruşuna maliyet çıkardık, kâr marjını çok düşük tuttuk. Kemal (Dedeman) Bey ile görüşmeye gittik. En son o karar verecekmiş. “Sizden memnunuz. Devam etmek istiyoruz ama fiyatınız çok pahalı” dedi. “Kemal Bey, biz sizinle devamlı çalışmayı düşündüğümüz için bunların hepsini çıkardık. Bakın bize kalan marj şu kadar” dedim. “Yok” dedi, “tenzilat yapacaksınız.” “Yapamayız” dedim. “Yüzde beş” dedi. “Olmaz” dedim. “Peki yüzde bir de yapamaz mısınız?” dedi. “Hayır” dedim. “O zaman vermiyorum” dedi. Herkes şaşırdı tabii. Neyse biz ayrıldık. Sonra dediler ki “Ne yaptınız siz? Bu Kemal Bey’in huyudur, muhakkak pazarlık eder.” “Ben ne bileyim? Ben açıkça ne yaptığımızı size gösterdim” dedim. “Keşke söyleseydik. Buna bir pazarlık payı koyun” dediler. Dedeman’a verdiğimiz sonraki tekliflere muhakkak üç beş pazarlık payı koymaya başladık.

EMEKLERİMİZE DEĞDİĞİNE İNANIYORUZ

● Kendi sektörünüze yayınlar kazandırdınız.

Sektörümüzde bir dönem maalesef hiçbir bilgi ve doküman yoktu. Uzun müddet ne yapalım da sektöre yardımcı olalım diye düşündük. Sonra sektörün bugüne kadar yaptığı işleri derleyip toparlamaya karar verdik. Yaklaşık üç sene uğraştık, bütün firmaları dolaştık ve maalesef gördük ki birçok firmanın doğru dürüst bir arşivi yok. Örneğin sektöre ilk başlayanlardan Tokar firmasının kurucusu Todari Karakaş’ın resmini bulamadık firmadan. İsviçre’de vefat etmiş, oradaki ailesinden resimlerini alıp albüme koyduk. Çok ciddi bir çaba neticesinde “Duayenlerin Tanıklığında Türkiye Klima Sektörü” isimli kitabımız ile sektörün tarihçesini ortaya çıkardık ve 50. yıldönümümüzden evvel bu eseri yayınladık. Emeklerimize değdiğine inanıyoruz. Sonra da kendi kurum tarihimizi içeren “İlk Günden Bu Güne Form Grubunun Klima Sektöründeki 56 Yılı” isimli kitabımızı hazırladık. Kimler çalıştı bizimle? Kimlerle iş yaptık? Yüzlerce, binlerce iş yapmışız, biz bile unutmuşuz bir kısmını… Arşivlerden çıkarıp bu kitapta toparladık. Bu iki kitabı sektöre hediye ettiğimize memnunuz.

Turgut Özal zamanında turistik tesisler için alınacak cihazların sıfır gümrüğe tabi olması uygulaması çıkınca ağırlığımızı temsilciliğe verdik. 10’un üzerinde temsilcilik anlaşması yaptık. Fakat taahhüt işleriyle imalat işleri birbiriyle çakıştı. İmalat yaptığımız cihazları taahhüt yapan firmalara satamıyorduk. Bu sefer taahhüdü bırakıp tamamen imalat ve temsilciliğe döndük.

Banka bizim işi durdurdu

İzmir’de bir özel bankanın tüm şubelerine Dunham Busch vidalı soğutma grubu satmıştık. Rakip firmalardan birisi müşterimize “Bu makineler kaynaklıdır, arıza yaptığı zaman kompresörün tamiri mümkün olmaz. Onun için de Amerika’ya gönderilmesi gerekir” demiş. Banka bizim işi durdurdu. Amerikan firması makine açılıp kurcalanmasın diye dış muhafazasını kaynaklı yapıyordu. Firmaya “Flanjlı olarak imal edemez misiniz?” dedik. “İmkânı yok” dediler. Biz de oturduk, kompresörün muhafazasını kaynakla açtık, dış muhafazalarını kaldırdık ve fl anj taktık. Kompresörün çalışmasına mani olacak bir tadilat değildi bu. Üretici firma buna müsaade etmediği için o zaman dedik ki “Firmanın yerine biz garanti veriyoruz.” Neyse banka böylece işe devam etmemize izin verdi. Ondan sonra diğer müşterilere de “Biz bunları açarız, size böyle veririz” demeye başladık. Ve bizim satışlarımız hayli arttı. Rekabet bize yaradı.

Güzelim fabrikayı tarla fiyatına sattılar

● Üzüntü duyduğunuz bir işiniz oldu mu?

Kırşehir’de Avrupa’daki işçiler tarafından hükümetimizin teşvikiyle bir kooperatif kurulmuştu. Bu kooperatif bir kültür mantarı fabrikası yapmaya karar verdi ve iki kamu bankası bu kuruluşa destek oldu. Anahtar teslimi işi aldık. İsviçreli danışman firmanın nezaretinde gayet iyi gidiyorduk. Fakat 74 senesinde bir ekonomik kriz patladı. Neredeyse konserve imalatları da bitmek üzereydi ancak firma para sıkıntısına girdi. O zaman da bankalar firmaya krediyi ödeyin diye baskı yapmaya başladı. İşçilerin maaşları ödenemiyor, malzeme alınamıyordu. Biz de paramızı alamıyorduk. 3-4 ay dayandık, baktık olacak gibi değil. Bankalardan toplantı rica ettim. Ankara’da genel müdür muavinleriyle oturduk. Vaziyeti anlatıp Türkiye’nin böyle modern tesislere ihtiyacı olduğunu söyledim. Firmayı biraz takviye etmelerini rica ettim. Bana verdikleri cevap şu oldu: “Bu fabrikanın yeri çok değerli. Burası satıldığı takdirde biz kredimizi alabiliyoruz. Siz düşünün” Şoke oldum ve dedim ki “Siz bu zihniyetle Türkiye’de sanayi yapamazsınız.” O güzelim fabrikayı tarla fiyatına sattılar. En çok üzüldüğüm konulardan biridir.