Dünya üzerinde tüm ülkeler birbirileri ile ticari ilişkiler içerisindedirler. Ekonomi açısından gelişmiş ülkeler genellikle gelişmekte olan ülkelere veya ihtiyacı olan ülkelere ürün sattıkları gibi bazı ürünleri de ithal yoluyla elde ederler. Örneğin elektrik, doğalgaz, petrol ürünlerinde biz sürekli olarak dışa bağımlıyız ama son dönemde bulunan birkaç doğalgaz rezervi önümüzdeki süreçte bizi dışa bağımlılıktan kurtaracak gibi gözüküyor. Petrol ülkesi olmadığımız için ithal yoluyla ihtiyaçlarımızı karşılamak zorundayız.

Bir ülkede ihracatın ithalatı karşılama oranı ne kadar yüksek ise o ülkenin uluslararası piyasalarda rekabet gücü, kredi kullanımı, itibarı her zaman yüksek olacaktır ve uluslararası ilişkilerde ihracatın ithalatı karşılama oranı her zaman baz alınan bir ölçü birimidir.

İhracatın ithalatı karşılama oranı=İhracat/ithalatX100 formülü ile hesaplanır.

Karşılama oranı bir ülkede 100’den büyükse yani ihracatı ithalatından fazla ise o ülkede dış ticaret fazlası (cari fazla) olduğunu,100’den küçük ise dış ticaret açığı (cari açık) olduğunu gösterir.

Ülkelerin kalkınmasında ihracat faktörü en önemli ögelerden biridir hatta en önemlisidir denilebilir. İhracat ise üretim kaynaklarının doğru kullanılması, ara mal ve hammaddelerin yurt içinde üretilerek dışarıdan ithalatın en aza indirgenmesi, yurt dışı girişimcilerin yurtta yatırım yapmasının önünün açılması yani ekonomik güven sağlanması vd. gibi etkenlerin olumlu seyri ile gerçekleşebilir.

Hükümetin uygulamaya çalıştığı üretim, istihdam, ihracata dayalı büyüme hedefi teorik olarak son derece doğru ve atılması gereken adımlardan biridir. Ancak bunun için genel ekonomik koşulların uygun olması ön koşuldur. Enflasyon, döviz kurları, faiz en optimal düzeyde olmalıdır. Çünkü ekonominin ögeleri entegre çalışmaktadır. Yani sadece faizin düşmesiyle acil sonuç alınamaz ve bazı gelişmeler zamana gebedir. Öte yandan ithalatın azaltılması ve cari fazla verilmesi de hedefler arasında bulunuyor ama ithalatın azalması için öncelikle üretimde kullanılan hammadde ve ara malların üretimini kendimiz yapmalıyız ki paramız dışarıya gitmesi ve enflasyonun yükselmesine engel olabilelim.

Gelişmekte olduğumuz 1980 li yılları hatırlayacak olursak o yıllarda ithalat sadece yabancı uyruklu vatandaşlar tarafından yapıldığından bazı ürünlerin tedarik edilmesi son derece zordu ve bulunması neredeyse imkansızdı. Yerli sanayiciler ise kaliteye önem vermeden nasıl olsa satılıyor görüşüne göre faaliyetlerini sürdürüyor ve de fiyat konusunda son derece istikrarsız davranmaktaydılar. Merhum Turgut Özal hükümeti göreve geldikten sonra ithalat kapılarını açınca irili ufaklı birçok firmalar ithalata soyundu ve aklımıza gelen her ürün ithal kategorisinde idi. Yani ülkemiz tabiri caiz ithal cenneti durumuna gelmişti. İğneden ipliğe, giyecekten yiyeceğe, arabadan el aletlerine, elektronik aletlerden mekanik aletlere kadar her ürün ÇİN başta olmak üzere ülkemize girdi ve bizler de ister istemez son tüketici olarak ithal ürünleri kullanmaya başladık. Öyle ki kalite konusunda hiç özelliği olmayan ürünler yurt içi pazarımızda yerini almıştı. Çin merkezli demiştim çünkü bizim ülkemizde ticari iş birliğinin oluşabilmesi için en başta gelen faktör fiyat olduğu için ithalatçılarımız da kalite faktöründen önce fiyatı baz alarak ürün getiriyorlardı. Tabi ki bu işlemlerin doğal sonucu olarak bizim paramız kayda değer miktar olarak yurt dışına gidiyordu ve ihracatın ithalatı karşılama oranı düşük kalmaktaydı. Bu arada yerli sanayimiz de sürekli gerilemiş, bazı üretim fabrikaları Çin mallarıyla fiyat rekabeti konusunda başarısız olduğundan üretim faaliyetlerini durdurmak zorunda kalmıştı. Hafızam beni yanıltmıyorsa 64 tane asma kilit fabrikası o dönemde kapanmıştı. Çünkü Çin’den gelen kalitesiz ve düşük fiyatlı ürünler pazarda rağbet görmüş, yerli ürünler yüksek kaldığından satış rakamları bir hayli küçülmüştü.

Rahmetli Prof.Dr. Necmettin Erbakan faiz konusunda çok tedbirler açıklamış ancak enflasyon nedeniyle bir türlü uygulamaya konulamamıştı. Günümüzde ise hükümetin aldığı düşük faiz politikası, üretim işletmelerine ucuz maliyetli kredi yolunun açılarak kaynakların doğru kullanılması, girişimcilerin üretime yönlendirilmesi, ihracatın artarak yurda döviz girişinin sağlanması, ithalatın mümkün olduğunca minimize edilmesi, işsizliğin azaltılması, cari fazla verilmesi hedeflerinin bir parçası olarak uygulanmaya başlanmıştı. Ancak tüm dünyada olduğu gibi bizim de yaşadığımız yüksek enflasyon, yüksek döviz kurları nedeniyle bu programın başarı şansı azaldı. Öncelikle bu programın uygulanabilmesi için üretimde kullandığımız hammadde ve ara malların ithalatını durdurarak kendimiz üretmemiz gerekiyor. Çünkü bugün için üretimde kullanılan hammadde ve yarı mamul oranı %50 nin üzerindedir ve kullanılan bu materyaller dışarıdan dövizle geldiği için yüksek rakam ödemek zorunda kalıyoruz ve bu da üretim maliyetlerinin yükselmesine sebep olduğundan enflasyon yüksek seyrediyor.

2005 yılından itibaren beşer yıllık aralarla ithalat, ihracat rakamlarını ve ihracatın ithalatı karşılama oranlarına inceleyelim;

YIL                                İHRACAT (Milyar dolar) İTHALAT (Milyar dolar)         ORAN (%)

2005                              73,476                                   116,474                                          62,96

2010                             113,883                                  185,544                                          61,37

2015                             143,838                                  207,234                                          69,40

2020                             169,514                                  194,2                                              81,95

Yukarıdaki tablodan da görüleceği üzere ihracat konusunda oldukça başarılıyız ve her dönemde artarak devam ediyor. Dolayısıyla ihracatın ithalatı karşılama oranı da yükselen bir grafik izliyor. Bu göstergeler dış ticaret hacmimizin sürekli arttığını ve trend bu şekilde gittiği taktirde ihracatın ithalatı karşılama oranının 100’e dayanacağını hatta daha da yükseleceğini gösteriyor.

Bazı ekonomistler ticari kredilerin yüksekliğini sık sık dile getiriyorlar, haklı da olabilirleri çünkü T.C. Merkez bankasından %14 faizle para alan bankalar aldıkları bu parayı %25-30 lara varan kredi faizleriyle ihtiyaç sahiplerine satıyorlar. Onun içindir ki yaşadığımız dönemde bankacılık ve finans sektörünün karları astronomik seviyelere geldi ve dönemin en karlı sektörü durumundadır. Ancak yıllık TÜFE enflasyon oranının %73,5 olduğu bir dönemde %25-30 faiz oranıyla kredi almak özellikle üretim işletmeleri için problem olmadığını düşünenlerdenim. Çünkü ÜFE enflasyon oranı da %132 lere geldiğinden önümüzdeki süreçte de yüksek enflasyonla yaşayacağımız tezi ortaya çıkıyor ve üreticiler düşük faizle kredi alıp üretim maliyetlerini çok etkilemeden üretime devam etme ve kazanç elde etme şansına sahiptir.

İhracatın ithalatı aynı olan iki ülkenin mukayesesi yapılırken ihracatı yüksek olan ülke avantajlı olacaktır.

Saygılarımla

ZAFER ÖZCİVAN

Ekonomist