Bir şeyin iyisini seçmek için o şeyi iyi tanımak, kısacası bilgi ve deneyime dayalı olarak o şeyden anlamak gerekir.

Balığın taze olup olmadığını anlamak için solungaçlarının rengine bakılır, gözlerinin canlı olması gerekir. Kavun eğer hafifse makbul değildir. Karpuz vurunca tak tak diye ses vermeli gibi. Eğer bu kadarını da bilmiyorsak bir bilene sorarız.

Peki hepimizi çok yakından ilgilendiren ve yaşamımızı derinden etkileyen ekonomimizin iyi durumda olup olmadığını nasıl anlarız? Kavun değil ki ağırlığına bakalım, karpuz değil ki verdiği sesi dinleyelim. Balık değil ki bize solungaçlarının rengi ile sinyal versin. Bu söylediklerim doğru ama ekonomimizin de iyi durumda olup olmadığını anlayabileceğimiz bir dizi gösterge vardır. Bunlardan bir bölümü ekonomistlerin analiz edip sonuca gidebileceği teknik sayılabilecek göstergelerdir. Ancak, günlük hayatımızda her kesimden halkımızın da günlük gözlemlerinin bir sonucu olarak kolayca anlayıp sonuca gidebileceği göstergeler de vardır.

Ben şimdi öncelikle halkımızın günlük yaşamında karşı karşıya kaldığı göstergeleri ele alıp kolay anlaşılır bir ekonomi analizi yaparak, ülkemiz ekonomisinin iyi bir ekonomi olup olmadığını anlamaya ve sizlere de anlatmaya çalışacağım.

Başlıyoruz:

İyi bir ekonomiden söz edebilmek için;

O ekonomideki çalışabilir durumdaki, yani çalışma yaşamına katılmış yetişkin bireylerin iş bulabilmeleri gerekir.

Daha yeni açıklanan resmi istatistiklere göre 2019 Ağustos ayında geçen yılın aynı dönemine göre işsizlik oranı % 2.9 artarak % 14, genç nüfusta işsizlik oranı ise % 6.6 artarak % 27.4 olmuş.

Esas umut kırıcı olan da gençlerin, özellikle üniversite eğitimli gençlerin yoğun bir işsizlik yaşamasıdır.

Dünyada egemen 193 ülke arasında işsizlik sıralamasında on üçüncüyüz. Her üç gencimizden biri maalesef aramasına rağmen iş bulamamaktadır.

Mart 2017’de, Türkiye ile G. Kore ekonomilerini kıyaslayan “Türkiye-G. Kore / Nerede Hata Yaptık” başlığı altında bir yazı kaleme almıştım. Yazıyı kaleme aldığım tarihte ekonomimiz bugünkü kadar zorda değildi. Bizim nüfusumuz 76 milyon iken o yıllarda G.Kore’nin nüfusu 50 milyondu.  Ancak, iki ülkenin de istihdamı, yani çalışan nüfusu  yirmidörder milyon olarak eşitti. İstihdamın çalışan nüfusa oranı G.Kore’de  % 49.4, bizde ise % 33.2 idi .Buna rağmen o tarihlerde işsizlerin çalışan nüfusa oranı bizde % 9.2 iken, G. Kore’de ise sadece % 3.2 idi.

Bu söylediklerimin hepsinin özü, çalışabilecek durumda olan nüfusumuza ekonomimizin iş verebilecek durumda olmadığı gerçeğidir.

İşsizlikte durum bu. Peki çalışanlarımızın durumu nasıl? Onlar aldıkları ücretle geçinebiliyorlar mı?

Dünya Çalışma Örgütü (ILO)’nun kuruluş ilkeleri arasında “her çalışana ülkesinin ve zamanın koşullarına göre makul bir yaşamı sürdürebilmesi için uygun bir ücret ödenmelidir” hususu da yer almaktadır.

Asgari ücret olarak tanımlayabileceğimiz bu ücret düzeyinin tüm çalışanlara oranı bizde % 49 iken komşularımız Bulgaristan’da % 8.8, Yunanistan’da % 7.7, İngiltere’de % 5, İspanya’da   % 1 olduğunu belirtmeliyiz. OECD ülkelerinde 2017 verilerine göre Yunanistan’da yıllık asgari ücret 8.973, Almanya’da 20.257, G. Kore’de 14.354, İsrail’de 16.668 ABD doları iken bizde o yılların düşük dolar kuruna rağmen 5.846 ABD dolarıdır.

Halen geçerli olan 2019 yılı asgari ücreti ise net 2.021 TL’dir. Bunun yıllığı 24.252,-TL ve cari kurdan karşılığı ise 4.240 ABD dolarıdır.

Bu rakamlar ülkemizde ne ifade etmektedir. Türk-İş’in sürekli yaptırdığı açlık ve yoksulluk sınırı araştırmalarına göre 4 kişilik bir ailenin açlık sınırı aylık 2.064,-TL, yoksulluk sınırı ise yine aylık 6.724,-TL’dir.

Çalışanlarının yarısı asgari ücretli olan bir ülkede bu insanların mevcut asgari ücret düzeyinde yaşam mücadelesini nasıl başardıklarını sizlerin takdirine bırakıyorum.

Not: Bu yazı gelecek hafta devam edecektir.

O.Ertuğrul ÖNEN