T.C. Merkez Bankası para piyasaları kurulu tarafından politika faizinin Eylül’de 100, ekimde 200 ve kasımda da 100 puan olmak üzere toplamda 400 baz puanlık faiz indirimine gidilmesi ile birlikte politika faizi %15 e indi. Ancak alınan her politika faizi indirimi kararından sonra döviz kurları yukarı yönlü hareketlendi ve tarihinin en yüksek seviyesine ulaştı. Bununla birlikte enflasyon da yükseldi ve millet olarak biraz daha fakirleştik.

Başta Sn. Cumhurbaşkanımız olmak üzere ekonomi yönetimi tarafından ülkemizde yeni bir ekonomik model üzerinde uygulama yapılacağı ve politika faizinin düşeceği şeklinde açıklamalar geldi. Yazımızda DÜŞÜK FAİZ-YÜKSEK KUR modeli olan yeni dönemi irdelemeye çalışacağız.

Öncelikle daha önce uygulanan ve yeni dönemin aksi şeklinde olan yapıdan bahsedelim. Tarih yapraklarını biraz geriye götürelim. Sanayi devriminin başladığı 1970 li yıllarda ithalat yasağı vardı ve sadece yabancı uyruklu kimseler tarafından ithalat yapılabiliyordu. Bu dönemde yurda kaçak mallar geliyor ve getiren de yüksek rakamlı karlar elde ediyordu. Yerli ürünler için ise fahiş fiyatlar söz konusu idi.

1980 li yıllarda merhum Turgut Özal döneminde ise döviz serbestliğinden sonra ithalat serbestisi getirildi. Amaç yerli ürünlerin yüksek fiyatla satılmasını engellemek olarak belirdi. Artık isteyen her kimse yurt dışından mal getirip satabilmekteydi. Bu dönemi biraz açalım. İthalatın serbest bırakılmasıyla birlikte paramızın büyük bir kısmı yurt dışına transfer olmaya başladı. Cari açığımız büyüdü ve en önemlisi yerli fabrikalar bir bir kapanmaya başladı. Çünkü dışardan gelen mallarla fiyat konusunda rekabet gücü oldukça zayıftı. Fabrikalar kapanınca ülkede işsizlik sorunu gündeme geldi. En önemlisi ise yurtdışına paramız akmaya başladı. Gelen ürünler ise genellikle düşük kaliteli, kullanım süresi çok az olan türdendi. Sonuç olarak yerli sanayimiz olumsuz yönde oldukça etkilendi.

Bugünkü yeni dönemde ise üretimin artması, yerli üretimin teşvik edilmesi, ülkede istihdam sağlanması, cari açığın azalması gibi hedefler  bu modelle gerçekleşeceği vurgulanıyor. Ancak döviz kurları ise aldı başını gidiyor ve bunun için bir çaba neredeyse yok gibi. Döviz kurlarının yükselmesiyle birlikte ise enflasyon ciddi şekilde yükseliyor ve gelir dağılımı açısından olumsuzluklar yaşıyoruz. Kısaca zengin daha zengin, fakir daha fakirleşiyor. Daha da ötesi döviz kurlarının yükselişi ile birlikte fabrikalarımızın ve diğer değerlerimizin değeri yabancılar için azalıyor yani yabancı yatırımcılar için ucuz bir ülke konumuna geliyoruz ve halkımız iyice fakirleşiyor.

Halikımız ise tasarruf hesaplarını dövize çevirerek TL’den kaçıyor ve kendini enflasyondan korumak istiyor. Bankalarda mevduatın %55 inin döviz hesabı olduğu ve bunun toplam rakamının 250 milyar dolar olduğu hatta 50 milyar dolar da yastık altında bulunduğu söyleniyor. Peki bu para neden ekonomiye kazandırılamıyor? Bunun tek cevabı güvensizlik olabilir.

Dövizin artması ihracat açısından ilk bakışta cazip olduğu düşünülebilir. Ancak üretimin yaklaşık %50 si hammadde ve ara mal olarak ithal girdilerle sağlanmaktadır. Dolayısıyla enflasyona sebep olabilir. Bir konu daha ihracat açısından önem arz ediyor. Yurt dışındaki alıcılar ülkemizdeki ekonomik gelişmeleri yakından takip ettiklerinden pazarlık güçlerini sonuna kadar kullanıyorlar ve değeri düşen paramızın etkisinden faydalanmak istemektedir.

Faizlerin düşmesi hatta sıfır olması hepimizin ortak dileğidir. Ancak faizler düşerken sanayici ucuz kredi bulamıyorsa, halkımız fakirleşiyorsa bunun anlamı kaybolur. Hepimiz yerli sanayimizin gelişmesini, ihracatımızın artmasını desteklemekteyiz. Ama gerekli koşullar sağlanamadığı zaman aksi sonuçla karşılaşabiliriz. Enflasyon yüksekliği nedeniyle halkımızın fakirleşmesi, gelir dağılımının bozulması gibi sonuçlarla karşı karşıya kalabiliriz.

İŞ adamlarımızın birçoğunun döviz borcu olduğu ve bu yüzden gelişmelerden hiç memnun olmadıkları da aşikâr. Bu durumda hiçbir girişimci önünü göremediğinden yatırım yapmak yerine hammadde bulabilmek ve üretim faaliyetini devam ettirmenin gayreti içindedir. Bazı hammadde piyasalarında ise TL ile satışın bittiği ve dövizli satışların gündeme geldiği konuşulmaktadır. Tüccar ise sattığı malı yerine koyamamak endişesiyle satış yapmaktan kaçınmaktadır.

Ülkemizin Avrupa’nın üretim üssü olacağı şeklindeki yorumlar hakikaten gurur vericidir. Yani Çin gibi üretim merkezi olabiliriz ama öncelikle devletçilik olması gerekir. Biz ise fabrikaları bir bir satmaya devam ediyoruz. Yeni dönemde de satışların devam etmesi gündemde olacaktır.

Öte yandan çalışanlarımızın %55 i asgari ücret alarak yaşamlarını sürdürmeye çalışmaktadır. Açlık sınırının 3010 TL, yoksulluk sınırının ise 10.300 TL olduğu ülkemizde asgari ücret makul seviyeye gelmeli ama asgari ücretli çalışan vatandaşlarımızın sayısı da azaltılmalıdır.

Sonuç olarak düşük faiz yüksek kur modeli ile hedefe varabilecek miyiz? Bugünkü tabloda çok zor gözüküyor. Bunun için öncelikle enflasyonun önünün kesilmesi gerekir.

Saygılarımla

ZAFER ÖZCİVAN

Ekonomist