Yaşı 50 ve daha büyük vatandaşlarımızın hatırlayacağı üzere 1970 li yıllarda ülkemizde döviz diye bir sözcük kullanılmıyordu. İthalat sadece yabancı uyruklu vatandaşlar tarafından yapılabiliyordu.

Yukarıda adı geçen yıllarda ülkemiz gelişmekte olan bir ekonomi modeline uygundu. İthalat gelmediği için bazı ürünlerin kıtlığı yaşanıyor ve enflasyon da üç haneli, olarak yukarı yönlü hareket halindeydi. İthalat yasağı nedeniyle yurda kaçak olarak sokulan ürünler de söz konusuydu. Üretim işletmeleri de bugünkü kadar fazla değildi. Dolayısıyla pahalılık enflasyonla birlikte sürekli kendini göstermekteydi.

1980 ihtilalinden sonra seçimle işbaşına gelen merhum Turgut Özal hükümeti enflasyonla baş etmek için ithalat kapılarını açtı ve artık Türk vatandaşları için ithalat yasağı kalkmıştı. Çin başta olmak üzere her türlü ürün yurt dışından gelmeye başladı ve yerli sanayi de yavaş yavaş kapılarını kapatmak zorunda kaldı.

Artık iğneden ipliğe her türlü ürün kaliteli ve kalitesiz olmasına bakılmaksızın yerli pazarda satılmaktaydı ve döviz dolaşımı da serbest bırakılmıştı. Ülkemizde döviz büroları bir bir açılmaya başlamıştı.

Dövizin serbest bırakılmasından sonra artık hesaplar döviz üzerinden yapılmaya başlandı öyle ki satışlarda döviz kurları baz alınarak döviz cinsinden fiyatlar söz konusuydu. Dolar bir yerde tasarruf sahipleri için finans aracı olmaya başladı. İthalatın serbest bırakılmasıyla birlikte artık ticari işletmeler ithalat yapma gayreti içine girdiler ve her geçen gün sayıları artıyordu. Bugün olduğu gibi enflasyon, döviz kurları ile paralel olarak değişim göstermekteydi. Dolarizasyon kavramı da o yıllardan bu yana gündem oluşturmaya başlamıştır.

Yukarıda anlatmaya çalıştığım yıllarda Türkiye ithalat cenneti olmuştu ve paramız yüksek rakamlı yapılan ithalat işlemleri nedeniyle sürekli yurt dışına gidiyordu.

Bugüne gelecek olursak, yaşadığımız olumsuz ekonomik koşulların nedeni belki de anlattığım ithalat ülkesi olmamızdan kaynaklanıyor. Çünkü yerli üretim işletmeleri, ithal gelen ürünlerle fiyat rekabeti ve kalite rekabeti konusunda başarısız oldukları için kimileri üretimi mümkün olduğunca azaltmaya kimileri de kepenk kapatarak üretime son vermek durumunda kaldılar. Uzun yıllar içinde bulunduğum hırdavat nalbur iye sektöründen örnek vermem gerekirse o yıllarda 64 tane asma kilit fabrikası üretime son vermişlerdi.

Günümüzde ise ekonomi yönetimi tarafından düşük faiz yüksek kur modeliyle ülkemizde üretim, ihracat, istihdam, yatırım odaklı büyümeye dayalı bir sistem uygulanmaya başlamıştır. Model, ilk bakışta oldukça mantıklı ve gereken bir uygulama olacağı kesindir. Ancak başarılı olup olmayacağı tartışma konusudur. Çünkü ekonomi bir bütündür ve sadece tek faktörle değil yani faiz indirimi ile değil; bunun yanında enflasyon ve döviz kurları da makul seviyede olmalıdır. Üretim bir ülkenin kalkınmasında en büyük etkenlerden biridir ve ihracat, istihdam, yatırım, vergi gelirlerinin artması gibi ekonomiye çeşitli katkılar sağladığından milli geliri de artıracak, fert başına düşen milli gelir veya vatandaşın geliri artacağından refah seviyesi yükselecektir. Fakat üretim olmadan bunların hiç birisinin gerçekleşmesi mümkün değildir. Başka bir deyişle ithalatla büyüme olmaz.

Eylül 2021’den bu yana yaşadığımız yüksek döviz kurları ve enflasyon nedeniyle dolarizasyon sürekli artış göstermekte ve halkın büyük bir kısmı geçim sıkıntısı çekmektedir. Tasarruf sahipleri ise enflasyondan kaçmak veya enflasyondan kendilerini korumak için döviz tasarruflarını faizin de düşmesiyle birlikte döviz mevduatına çevirmekteydi.

Bu arada spekülasyonlar da yaygın şekilde devam ediyor özellikle döviz kurları hakkında akla gelmeyecek tahminler yapılmaktaydı. Bütün bunlar gelişirken hükümet 20 Aralık 2021 de aldığı kur korumalı mevduat sistemini uygulamaya koyarak döviz kurlarını yaklaşık %40 düşürmeyi başarmıştı. Tasarruf sahiplerinin TL ye dönmesi, yastık altındaki dövizlerin ekonomiye kazandırılması ve ters dolarizasyon uygulaması için bu önlemler alındı ve aynı gece yaklaşık bir milyar dolar TL mevduat hesaplarına geçmiş oldu ve hatta bugüne kadar 200 milyar tutarında döviz hesabı TL ye dönmüş oldu ve uygulama halen devam ediyor.

20 aralıkta uygulamaya konulan sisteme daha sonra şirketlere de hak tanınarak hatta kur farkının vergiden düşürüleceği taahhüdü de verilerek katılmaları sağlandı. Bir taraftan da ihracat yapan firmaların döviz gelirlerinin %25 inin TL ye çevrilmesi koşulu yürürlüğe girdi.

Daha sonra ise yaklaşık beş bin ton olduğu tahmin edilen yastık altındaki altın hesapları için aynı yöntem uygulamaya dahil edildi.

Bütün bu işlemlerin uygulamaya sokulmasındaki temel amaç milli paramız TL ye dönüşümü sağlamak ve ülkemizde döviz tasarrufuna özendirmeden kurların yükselmesini engellemektir. Dövizin hayatımızdan çıkması son derece zordur ama minimum düzeye indirgemek esas alınmıştır.

Yukarıda özetlediğim kur korumalı mevduat hesaplarının hazineye yükü konusunda bugün bir hesap yapmam mümkün değildir. Çünkü açılan hesaplar 3-6-9-12 ay vadeli olduğundan ancak mart sonun da bu konu gündeme gelebilir.

Sonuç olarak TL ye güvenelim.

Saygılarımla

ZAFER ÖZCİVAN

Ekonomist