Toplum içinde enflasyondan en çok etkilenen, alım gücü sürekli düşen, hayat pahalılığını en çok hisseden, tatil yapmayı, torunlarına hediye almayı, dışarda yemek yemeyi unutan, memleketine bile gitmesi son derece zorlaşan kesim uzun yıllardan bu yana hep emekliler olmuştur. Bunun yegâne sebebi verilen maaşların yetersiz kalması, emekli gelirlerinin devamlı olarak açlık sınırının altında kalması olarak açıklanabilir.

Bildiğiniz üzere geçen yıl seçim arifesinde memurlara yapılan 8077 TL tutarında seyyanen zamdan sonra tüm memur ve işçi emeklileri topyekûn umutlanarak kendilerine de seyyanen veya tatmin edici oranda bir ücret artışı beklentisi içine girdiler. Siyasilerin de birbiri ardına yaptıkları “yıl sonunda yüksek oranda zam yapılacağı, adaletsizliğin en kısa sürede giderileceği” mealde yaptıkları açıklamalar da umutları iyice arttırmıştı. Fakat her dönem olduğu gibi geçtiğimiz yıl başında da umutlar başka bahara kaldı. Çünkü asgari ücrete %46 zam yapılmasına rağmen en düşük emekli maaşı yapılan üç defa düzenlemenin sonucu olarak 10,000 TL de kalması günümüzde yaşadığımız enflasyon ortamında geçinmek için komik durumda kaldı. Bunun üzerine yetkililer de temmuz ayında denge sağlanacağı vaadinde bulunsalar da artık hiçbir emekli bu sözlerin gerçek olduğuna inanmamaya başladı.

Enflasyonist ortama girdiğimiz 2021 yılından bu yana geçen süreyi baz alacak olursak yapılan artışlar, henüz birinci maaşı bile almadan emekliler için enflasyon karşısında erimeye başladı ve ilerleyen süreçte erime hızla devam etti. Dolayısıyla emeklilerin yaşam mücadelesi her geçen sürede daha büyük sıkıntılarla devam etti ve etmektedir.

Sn. Cumhurbaşkanımızın son yaptığı açıklamada emeklilere yapılacak seyyanen zammın 1,4 trilyon TL bütçeye yük getireceğini açıklaması ise umutların tükendiğinin sinyali oldu. Ücret zamları tabii ki bütçeye az veya çok bir yük getirecektir. Ancak bu yük her zaman emeklilerin sırtına yıkılması kabul edilebilir bir durum değildir. Çünkü emeklilik, bedeli peşin ödenmiş en doğal haktır. Kaldı ki sıkılaştırılmış para politikası uygulamasının devam ettiği bu dönemde sıkılaştırılmış maliye politikası da izlenmek zorundadır. Devlet harcamalarının kısılması, vergilerin arttırılması maliye politikası olarak yorumlanır. Döviz kurlarının yükselmesini önlemek amacıyla uygulamaya konan kur korumalı mevduata bir trilyondan fazla ödeme yapılmıştır. Bunun dışında devlet ihalelerinin kontrol altına alınması kayıt dışı ekonominin kayıt altına alınması gibi önlemlerle emekliye gelen yük ortadan kaldırılabilir. Yani isteyince her türlü problem çözülebilir.

Ülkemizde açlık ve yoksulluk sınırı hesaplamaları her ay çeşitli kurumlar tarafından yapılmaktadır. Ancak bu veriler en düşük emekli aylığı, asgari ücret gibi faktörlerde baz alınmayacaksa ve alınmıyor neden alınmıyor anlamak pek mümkün değil.

Emeklilerin çektiği sıkıntıyı, verdikleri yaşam savaşını anlatmaya gerek yok çünkü hepimiz yazılı ve görsel basından izliyoruz. Gecenin saat dördünde 1 kg. Ucuz et alabilmek için, ucuz ekmek alabilmek için saatlerce soğukta sıra bekleyen vatandaşlarımızı durumu ortadadır.

Maaşlara dönecek olursak, en mantıklı ve en sürdürülebilir çözüm ancak şu şekilde sağlanabilir. Mevcut maaşlara tatmin edici bir seyyanen zam yapıldıktan sonra her ay TÜİK tarafından açıklanan tüketici fiyat endeksine göre maaşlar güncellenmelidir. Aksi taktirde enflasyonun altında ezilmekten kurtulmak mümkün değildir.

Ayrıca ilaç ve hastane bakım masrafları günümüzde en çok emeklilere yansımaktadır. Dolayısıyla emeklilerden bu tür   kesintiler yapılmamalıdır.

ZAFER ÖZCİVAN

Ekonomist-Yazar