Handan Sema CEYLAN

Türkiye’nin ikinci yüzyılına seçim ortamında hazırlandığını, dünyanın da aynı süreçte yeni bir döneme geçiş yaptığını anlatan TÜSİAD YİK Başkanı Tuncay Özilhan, konuşmasında hem iktidardan hem de muhalefetten yeni dönem için somut yol haritası istediklerini belirterek, “Beklentimiz eski ezberlerin tekrar edilmesi değil. İçinde bulunduğumuz çetrefil durumdan nasıl düzlüğe çıkacağımızın ortaya konulması” vurgusu yaptı. Konuşmasını iş dünyasının yanıt beklediği sorulara ayırdığını söyleyen Tuncay Özilhan’dan özetle satır başları şöyle:

HANGİ TİCARET BLOKU İÇİNDE YER ALACAĞIZ?

İlk olarak cevaplamamız gereken soru küresel mimarideki dönüşümde ülke olarak nerede duracağımız. Dünyada muazzam bir güç mücadelesi yaşanıyor. ABD – Avrupa ile Çin – Rusya aksları arasında gerilim giderek tırmanıyor. Bu tırmanışın son durağı Rusya’nın Ukrayna’yı işgali oldu.

Savaşın nasıl sonuçlanacağını bilmiyoruz ama küresel mimariyi şimdiden değiştirdiğini biliyoruz. Tek kutuplu bir dünyada küreselleşme sayesinde hızla büyümüş olan Çin’in iki kutuplu bir dünyada başarılı olmaya devam edip etmeyeceğini bilmiyoruz. Dünyadaki rezerv para birimleri halen batı ülkelerinin para birimleri. Dünya ekonomisinin yüzde 60’a yakınını hala batı ülkeleri üretiyor. Hangi ticaret bloku içinde yer alacağımız, neyi nasıl üreteceğimiz daha da önemli hale gelecek.

AB’NİN İKLİM HEDEFİNİN İHRACATA MALİYETİNİ İYİ HESAPLAMALI

Neyi nasıl üreteceğimize yönelik kararlarda iklim krizi ile küresel mücadele perspektifi de belirleyici olacak. AB’nin 2050 iklim-nötr hedefi doğrultusunda başlattığı dönüşüme Türkiye nasıl uyum sağlayacak? Uyum konusunda gecikme olursa ihracattaki maliyet artışının boyutlarını iyi hesaplamak gerek. İklim krizi ile mücadele küresel enerji piyasasını kökten değiştirecek. Ukrayna krizi değişimi öne çekti.

PİYASA MÜDAHALELERİ ÇOK YOĞUNLAŞTI

Önce 2008 krizi, ardından pandemi, şimdi de Ukrayna’nın işgali, devlet ve piyasa arasındaki dengenin yeniden düşünülmesi gerektiğini gösterdi. Ülkemizde ise çok daha farklı bir süreçten geçiyoruz. Serbest piyasa modeli demeyi sürdürmemize rağmen son dönemde piyasa müdahaleleri çok yoğunlaştı. Modelle uyuşmayan uygulamalar belirsizliği arttırıyor; öngörü güçlüğü yaratıyor. Devlet ve piyasa arasındaki denge, gelir dağılımı açısından büyük önem taşıyor. Piyasa mekanizmasının çözemediği gelir adaletsizliği sorunu dünyada sağ popülist dalganın yükselmesi, mülteci akını, yetersiz refah artışı, orta sınıfın erimesi gibi sorunlarla iç içe geçti.

YENİ BİR TARIM POLİTİKASINA İHTİYAÇ VAR

Enflasyonun yükselme eğilimine girmesi gelir adaletsizliğini daha da bozacak. Gelir dağılımının iyileştirilmesi için kapsamlı ve sonuç alıcı bir politikaya ihtiyaç var. Dünya buğday ve arpa ticaretinin neredeyse yüzde 30’unu Rusya ve Ukrayna yapıyor. Ayçiçek yağında bu oran yüzde 55. Ayrıca Rusya dünyanın en önemli gübre ihracatçılarından biri. Savaşının uzaması ithalata bağımlı ülkelerde gıda maddeleri teminini zorlaştıracak. Bu süreçte gıda krizinin toplumsal gerilimleri tetiklemesi dünyadaki istikrarsızlığı artıracak. Gıda fiyatlarındaki artış ülkemizi de etkiliyor. Fiyat kontrolleri ve ithalat gibi yöntemlerin gıda fiyatlarında kalıcı düşüş sağlayamadığını geçmiş tecrübelerden biliyoruz. Türkiye’nin gıda fiyatlarındaki artışı önlemek ve tarım ve gıdadaki muazzam potansiyelini hayata geçirmek için yeni bir tarım politikasına ihtiyacı var.

TÜRKİYE’İNİN ÜRETİM YAPISI VE DIŞ İLİŞKİLER…

TL’deki değer kaybı nedeniyle Türkiye’nin mamul mal ihracatında sağlayabileceği rekabet gücü, dünya ticaretinin hizmetlere ve hatta dijital olarak teslim edilen hizmetlere doğru kaydığı bir dünyada ne kadar sürdürülebilir olacak. Türkiye’nin ihracat hamlesini sürdürebilmek ve cari açığı azaltmak için mutlaka üretim yapısını ve dış ilişkilerini küresel ticaretteki değişimlere göre şekillendirmesini gerektiriyor.

ÜLKE RİSK PRİMİMİZ YÜKSELİYOR

Dünyadaki güncel bir başka problem ise artan enflasyon. ABD’nin faiz oranlarını artırması tüm diğer ülkeleri etkiliyor. Doların değer kazanması TL’nin değer kaybetmesi anlamına geliyor. Dünyadaki fonların daha yüksek getiri sunan ülkelere kayması Türkiye’nin finansman ihtiyacını zorlaştırıyor. Global taraf aleyhimize seyrederken, içeride uyguladığımız iktisadi politikalarla beraber ülke risk primi yükseliyor. Sıkı para politikaları ile gelişmiş ülkelerin yavaşlaması Türkiye’nin ihracatını kısıtlayarak cari açık, TL’nin değer kaybı ve enflasyon sorunlarını ağırlaştırabilir. Ekonomi politikaları bu gelişmelere uyumlu olmalı.

HANGİ DIŞ POLİTİKA?

Pazarlıkçı dış politika karşısında değerler ve ilkeler üzerinden yürütülecek bir dış politikadan hangisinin yeni dönemin dünya düzeni açısından daha uygun olacağını değerlendirmeliyiz. Müttefiklerle ilişkilerde belirsizliği, öngörülemezliği ve karşılıklı güvensizliği ortadan kaldırmanın sağlayacağı uzun vadeli avantajları kısa vadeli pazarlıkların taktik getirileriyle karşılaştırmalıyız.

EKONOMİK SORUNLAR SIK SIK DEĞİŞTİRİLEN DÜZENLEMELERLE ÇÖZÜLMEZ

TL’deki değer kaybının ve enflasyonun ulaştığı seviyelerde, faiz oranlarıyla enflasyon arasındaki makasın geldiği bu noktada istikrarlı bir ekonomiye nasıl geçileceği sorusu da cevap bekliyor. Enflasyondaki artış, daha önceki enflasyonist dönemlerle karşılaştırılamayacak kadar hızlı. Bu süreç göreli fiyat yapısını bozuyor. Firmalar nasıl fiyatlama yapacaklarını bilemez hale geliyor. Tüketicilerin de fiyatlar konusunda algısı bozulmuş durumda. Kaynak tahsisi idealden uzaklaşıyor. Enflasyon halkın satın alma gücünü eritiyor. Ücretlerin toplam gelir içindeki payı geriliyor. Kendi hesabına çalışanların ve ücretlilerin gelirlerindeki gerilemenin nasıl düzeltileceği toplumsal barış açısından sorulması ve cevaplandırılması gereken diğer bir soru. Ekonomideki en büyük öncelik enflasyonun kontrolden çıkmasını önlemek ve ardından kalıcı bir düşüş sağlamak olmalı. Aksi halde, Türkiye’nin geçmişinde olduğu gibi bir enflasyon sarmalına girmesi topluma çok yüksek bir bedel ödetir. Sorunları çözmek yerine bir süre için hafifletmek yönünde atılan adımlar geri teper. Ekonomik sorunlar sık sık değiştirilen düzenlemelerle çözülmez. Sürdürülebilir politikalar için uzmanların, teknisyenlerin, akademisyenlerin önerilerine kulak vermek gerekiyor. Toplumsal uzlaşma ile alınmayan kararlar istenilen sonuçları üretmez.

YATIRIMLARIN HIZLANMASI SADECE DÜŞÜK FAİZLE SAĞLANMAZ

Hiç şüphesiz enflasyonda kalıcı bir düşüş üretim yapısını değiştirmeden sadece para politikalarıyla sağlanamaz. Fiyat istikrarı çok iyi bir planlamayla, kıt kaynakları istihdam yaratan, ihracat şansı olan sektörlerde değerlendirerek, israfı önleyerek, yatırımları verimlilik artışı sağlayacak projelere yönlendirerek, kamu açığını sınırlayarak, tasarrufu teşvik ederek, cari açığı daraltarak, TL üzerindeki baskıyı azaltarak, ülke risk primini düşürerek sağlanır. Türkiye temel alt yapı yatırımlarını yaptı. Alt yapı yatırımlarının dönüşü uzun süre alıyor. Bundan sonra kaynak planlamasında dijital altyapı, sanayi ve tarımda katma değeri artırma ve yeni teknoloji alanlarının gelişimi hedeflenmeli. Yatırımların hızlanması ve doğru alanlara yönelmesi sadece düşük faiz politikası ile sağlanamaz. Hukuk sisteminin adil ve etkin çalışması da gerekir. Hukukun üstünlüğü ve yargı bağımsızlığı konusunda şüphe olursa yatırımlar için risk primi gereksiz biçimde yükselir.

GENÇLER, BEYİN GÖÇÜ VE SOSYAL MEDYA YASASI…

Belirsizlik, öngörülemezlik ve kendini güvende hissetmemek sadece ekonomi açısından değil toplumsal hayat açısından da olumsuzluk yaratır. Bunun bir sonucu gençlerin ülkeyi terk etmesi. Önce en iyi eğitimli, yabancı dil bilen, dijital çağa uygun becerilere sahip gençler ülkeden ayrılmaya başladılar. Şimdi farklı eğitim ve beceri seviyelerinden gençler de şanslarını başka ülkelerde aramanın arayışına düştüler. İktidardan ve muhalefetten cevap beklediğimiz bir soru da gençlerimizin geleceğe güvenle bakmalarının nasıl sağlanacağı. Son zamanlarda üzerinde çok tartışma yapılan sosyal medya yasası ile gündemde olan gerçeğe aykırı bilgi paylaşımı düzenlemesinin gençlerin ülkenin geleceğine güvenini artıracağı konusunda şüphelerimiz var. Tam tersine, bu düzenleme ifade özgürlüğünün sınırlandırılması endişelerine yol açarak güvensizlik duygusunu derinleştirebilir.

GEREKSİZ TARTIŞMALARLA TANSİYON YÜKSELTİLMESİN

Siyasetçilerden gereksiz tartışmalarla tansiyonu yükseltmek yerine ülkemizin birlik beraberliğini dikkate alarak yakıcı sorunlara yapıcı çözümler önermelerini bekliyoruz. Belirsizlik verilen cevapların tatminkar olmasıyla ve uygulamanın doğruluğu ve sürekliliği ile ortadan kalkacak. Ortak gelecek vizyonunda buluşabildiğimiz oranda geleceği öngörebilmek mümkün olacak. Geleceği öngörebildikçe kendimizi güvende hissedeceğiz. Kendimizi güvende hissettikçe daha güzel bir geleceği inşa edebileceğiz.