Avrupa Birliği’nin son verileri, kıtadaki gelir adaleti sorununu tüm çıplaklığıyla gözler önüne seriyor. Eurostat’ın yayımladığı rapora göre, AB genelinde yaklaşık 27,5 milyon kişi, sosyal ve maddi açıdan ciddi yoksunluk koşullarında yaşıyor. Yani, insanca bir yaşam için gerekli görülen temel mal ve hizmetleri karşılamakta ciddi güçlük çekiyorlar. Bu tablo, Avrupa’nın farklı bölgelerinde yaşayan vatandaşlar arasında uçurumun giderek büyüdüğünü ortaya koyuyor.
Doğu Avrupa: Yoksullukta Zirve
Doğu Avrupa ülkeleri, kıtanın “gelir adaleti en düşük” bölgeleri olarak öne çıkıyor. Listenin başında Romanya var. Nüfusun %17,2’si, günlük yaşamın temel ihtiyaçlarını karşılamakta zorlanıyor. Bu, yılda bir haftalık tatil yapamamak, internet erişimine sahip olamamak, iki günde bir et veya balık yiyememek gibi durumları içeriyor. Romanya geçen yıla göre bu oranı %2,6 düşürmüş, ama hâlâ ciddi bir risk söz konusu.
Romanya’yı Bulgaristan (%16,5) ve Yunanistan (%14) izliyor. Bu üç ülke, son yıllarda listenin zirvesini hiç bırakmadı. Ancak Eurostat verileri, tek tek bölgelerdeki farklılıkların ulusal ortalamaları gizlediğini de gösteriyor. Örneğin Yunanistan’ın İyon Adaları’nda yoksunluk oranı %28, Romanya’nın güneydoğusunda ise %26’nın üzerinde. Bu rakamlar, nüfusun yaklaşık dörtte birinin insanca bir yaşam için gerekli görülen mal ve hizmetlere erişemediğini ortaya koyuyor.
Batı Avrupa’da Farklılıklar
Batı Avrupa genelinde oranlar nispeten düşük, ancak bazı bölgelerde ciddi sorunlar var. İtalya, AB içinde en zengin ve en yoksul bölgeler arasındaki uçurumun en belirgin olduğu ülke. Calabria bölgesinde yoksulluk oranı %24,8. Bu, aynı ülkedeki refah farklılıklarının ne kadar derin olduğunu gösteriyor. Yunanistan’da bölgesel fark 20,3 puan, Romanya’da ise 16 puan.
Fransa’da en yüksek yoksunluk oranları, denizaşırı topraklarda görülüyor: Guyana %19,8, Guadeloupe ve Réunion ise %12,9. Belçika’da ise Brüksel %13,6, Hainaut %13,2 ile öne çıkıyor. Batı Avrupa’nın geri kalanında ise oranlar genellikle %5–6 civarında kalıyor.
En Düşük Riskli Bölgeler ve İskandinav Modelleri
Gelir adaleti açısından iyi durumda olan ülkeler de var. Slovenya (%1,8), Hırvatistan (%2,0), Polonya ve Lüksemburg (%2,3), Kıbrıs (%2,5) en düşük yoksunluk oranlarını bildiriyor. İskandinav ülkelerinin çoğu bölgede oran %5’in altında, yani vatandaşlar sosyal ve maddi açıdan nispeten güvenli bir yaşam sürüyor.
Bu durum, güçlü sosyal güvenlik sistemlerinin ve kapsamlı refah politikalarının yoksulluğu nasıl sınırladığını gösteriyor. Örneğin İsveç ve Finlandiya gibi ülkelerde temel hizmetlere erişim ve beklenmedik harcamaları karşılama kapasitesi yüksek.
Demografi ve Yoksunluk
Yoksulluk riskinin demografik dağılımı da çarpıcı. AB genelinde 18 yaş altı erkekler, en ağır etkilenen grup. Toplam reşit olmayan erkeklerin %8,1’i ciddi sosyal ve maddi yoksunluk içinde. Buna karşın, 65 yaş üstü emekliler, en düşük risk grubunda yer alıyor (%5,1). Bu durum, genç nüfusun ekonomik kırılganlığını ve ailelerin maddi baskı altında olduğunu gözler önüne seriyor.
Maddi Yoksunluk Ne Anlama Geliyor?
Maddi ve sosyal yoksunluk, yalnızca düşük gelir anlamına gelmiyor. İnsanların yaşam konforunu doğrudan etkiliyor. Örneğin:
Yılda bir haftalık tatil yapamamak,
İnternet bağlantısına sahip olamamak,
Ayda bir kez dışarı çıkıp sosyalleşememek,
İki günde bir et ya da balık yiyememek,
Beklenmedik harcamaların üstesinden gelememek,
Evini yeterince ısıtamamak veya eski mobilya/giysi kullanmak.
Bu tablo, yaşam kalitesindeki farkları ve sosyal eşitsizliği gözler önüne seriyor.
Sonuç: Avrupa’da İki Farklı Kıta
Eurostat verileri, Avrupa’da aslında iki farklı kıtanın var olduğunu ortaya koyuyor:
Bir yanda sosyal güvenlik sistemleri güçlü, gelir adaleti yüksek ve yaşam standartları yüksek ülkeler;
Öte yanda bölgesel ve ulusal uçurumların derin olduğu, nüfusun önemli kısmının temel ihtiyaçlarını karşılamakta zorlandığı Doğu ve bazı Batı Avrupa bölgeleri.
Bu tablo, sadece ekonomik bir mesele değil, aynı zamanda sosyal ve politik bir mesele. Avrupa Birliği hem bölgesel kalkınmayı dengelemek hem de genç nüfusun yaşam kalitesini artırmak için daha kapsayıcı politikalar geliştirmek zorunda. Aksi takdirde “iki Avrupa” gerçeği daha da derinleşecek ve kıtadaki eşitsizlik kronik bir sorun hâline gelecek.
ZAFER ÖZCİVAN
Ekonomist-Yazar