Bir ülkenin dış ekonomik dengesini ölçerken, çoğu zaman dış ticaret açığı, cari açık veya döviz kuru hareketleri manşetlerde yer alır. Oysa bu büyük rakamların gölgesinde kalan bir gösterge vardır ki, ekonominin dış dünyayla kurduğu ilişkinin sürdürülebilirliği açısından son derece kritik bir anlam taşır: Birincil gelir dengesi. Bu denge, bir ülkenin emek, sermaye ve üretim faktörleri üzerinden elde ettiği dış gelirlerle yaptığı dış ödemeler arasındaki farkı ifade eder. Basitçe söylemek gerekirse, Türkiye’nin yurt dışından aldığı faiz, temettü, kira gibi gelirlerle yurt dışına yaptığı benzer ödemelerin farkıdır.
Tanımın Ardındaki Gerçek
Birincil gelir dengesi, cari işlemler dengesinin alt kalemlerinden biridir. Mal ve hizmet ticaretiyle birlikte toplam cari dengeyi oluşturur. Ancak, bu denge yalnızca ekonomik hareketleri değil, aynı zamanda geçmişin birikimlerini de yansıtır. Çünkü bir ülke uzun yıllar boyunca dış kaynak kullanmışsa, bu kaynakların getirileri –örneğin faiz ödemeleri veya yabancı yatırımcılara yapılan kar transferleri– birincil gelir kaleminde dışa ödeme olarak görünür.
Bu yönüyle, birincil gelir dengesi bir ekonominin sermaye bağımlılığına ve dış finansman maliyetine dair sessiz bir aynadır. Eğer bu denge sürekli açık veriyorsa, ülkenin dış finansman yükü ağır demektir. Tersine, fazla veren birincil gelir dengesi, ülkenin sermaye ihracatçısı haline geldiği, yani dışarıya borç veren bir yapıya kavuştuğu anlamına gelir.
Türkiye’nin Birincil Gelir Dengesi: Kalıcı Açığın Anatomisi
Türkiye ekonomisinin son yirmi yılına bakıldığında, birincil gelir dengesinin genellikle açık verdiği görülür. Bunun temel nedeni, ülkedeki doğrudan yabancı yatırımların, portföy yatırımlarının ve dış borçlanmaların getirdiği faiz ve kar transferleridir. Türkiye’nin dış borç stoku arttıkça, buna bağlı olarak her yıl ödenen faiz miktarı da artmakta; aynı şekilde, Türkiye’de faaliyet gösteren yabancı şirketlerin ana merkezlerine gönderdikleri kar payları da dışa dönük bir gelir çıkışı yaratmaktadır.
TÜİK ve TCMB verileri incelendiğinde, 2020’li yıllarda birincil gelir dengesinin çoğunlukla -8 ila -10 milyar dolar aralığında açık verdiği görülüyor. Bu tablo, cari açık hesaplarının önemli bir kısmını açıklayan kalemlerden biridir. Türkiye mal ve hizmet ihracatıyla gelir sağlasa da dış finansmana dayalı büyüme modeli nedeniyle birincil gelir tarafında kalıcı bir açık taşımaktadır.
Küresel Kar Payı Transferlerinin Yeni Dönemi
Küreselleşmenin ve finansal entegrasyonun hız kazandığı 21. yüzyılda, birincil gelir dengesinin önemi daha da artmıştır. Çünkü sermaye artık maldan daha hareketli hale gelmiştir. Gelişmekte olan ülkeler, yatırım çekmek için finansal piyasalarını dışa açarken, bu yatırımların getirisinin bir kısmı sürekli olarak gelişmiş ülkelere geri dönmektedir. Bu durum, küresel gelir akımlarında yapısal bir dengesizliğe yol açmaktadır.
Örneğin, ABD veya Almanya gibi ülkeler uzun yıllardır birincil gelir fazlası verirken, Türkiye, Brezilya veya Güney Afrika gibi ülkeler kalıcı açıklar yaşamaktadır. Bu, yalnızca ekonomik performans farkını değil, aynı zamanda küresel sermaye sahipliği eşitsizliğini de ortaya koyar. Bir ülke ne kadar çok dış yatırım çekerse çeksin, bu yatırımların kazançlarının yurtdışına dönmesi, milli gelirden belli bir payın sürekli dışarı akmasına neden olur.
Ekonomik Sürdürülebilirlik ve Finansman Maliyeti
Birincil gelir dengesindeki açık, kısa vadede büyüme için sorun yaratmayabilir. Zira dış kaynak girişleri yatırım, üretim ve istihdam artışı sağlayabilir. Ancak uzun vadede bu durumun sürdürülebilirliği, dış borcun maliyetine ve döviz kazandırıcı faaliyetlerin gücüne bağlıdır. Eğer bir ülke ihracat gelirlerini sürekli artırarak birincil gelir açığını telafi edemiyorsa, cari açık kalıcı hale gelir ve döviz rezervleri üzerindeki baskı artar.
Bu noktada, Türkiye gibi gelişmekte olan ülkeler için asıl mesele, dış finansmanı üretken yatırımlara yönlendirebilmekten geçiyor. Sermayenin tüketim veya kısa vadeli spekülatif alanlara kayması, birincil gelir açığının derinleşmesine yol açar. Oysa sanayi, teknoloji ve yüksek katma değerli sektörlerde yapılan yatırımlar, uzun vadede döviz kazandırıcı kapasiteyi artırır ve dengeyi kalıcı olarak iyileştirir.
Politika Perspektifi: Gelir Dengesinde Yapısal Dönüşüm
Birincil gelir dengesini düzeltmek için kısa vadeli önlemler yeterli değildir. Faiz oranlarını artırmak ya da döviz çıkışlarını sınırlamak, ancak geçici etkiler yaratır. Asıl çözüm, ulusal tasarruf oranını artırmak, dış borçlanma ihtiyacını azaltmak ve yabancı yatırımları daha yüksek yerli katma değerli üretimle bütünleştirmektir.
Bunun yanında, Türkiye’nin yurt dışında büyüyen sermaye varlıkları da dikkate alınmalıdır. Türk firmalarının ve bireylerinin dış ülkelerdeki yatırımları, zamanla birincil gelir dengesinde pozitif bir etki yaratabilir. Ancak bu etkinin hissedilebilmesi için küresel ölçekte rekabet gücü yüksek şirketler yaratmak ve dış finansman yapısını daha sağlam temellere oturtmak gereklidir.
Sonuç: Sessiz Göstergenin Yüksek Sesi
Birincil gelir dengesi, manşetlerde pek yer bulmasa da bir ekonominin dışa bağımlılık düzeyini ve uzun vadeli dayanıklılığını en doğru şekilde anlatan göstergelerden biridir. Türkiye’nin önünde, bir yandan ihracatını artırırken diğer yandan dış finansman maliyetini düşürmeyi hedefleyen iki yönlü bir görev durmaktadır. Bu dengenin sağlanması, sadece cari açığın küçülmesini değil, aynı zamanda ekonomik bağımsızlığın güçlenmesini de beraberinde getirecektir.
Birincil gelir dengesi, aslında ekonominin sessiz nabzıdır. Bu nabız, dışarıya aktarılan her faiz, her temettü ve her kira ödemesiyle biraz daha hızlanır; ancak sürdürülebilir büyümenin sırrı, bu nabzı dengeye getirebilmektedir.
ZAFER ÖZCİVAN
Ekonomist-Yazar