Ekonomide ne zaman olumsuzluklar yaşanırsa bugüne kadar her zaman erken seçim gündeme gelmiştir. Yaklaşık bir yıldan bu yana geçen sürede genellikle muhalefet partileri tarafından erken seçim çağrısı dillerinden düşmüyor. İktidar mensupları ise seçimin zamanında yani Haziran 2023 de yapılacağını kesin bir dille ifade ediyorlar. Dolayısıyla muhalefet partilerinin erken seçim çağrılarının boş yere zaman kaybı olduğu kesindir.

Her muhalefet partisi iktidara gelmek için çalışır ve iktidar olmak isteğini her platformda tekrarlar. Bu normaldir. Ancak seçimin de bir zamanı ve zemini vardır.

Hiçbir iktidar da ekonominin bozuk olduğu dönemlerde kesinlikle seçime gitmez ve gitmemelidir. Çünkü ekonomi seçmen için her seçimde önemli bir kriterdir. Ekonomik büyüme, yapılan yatırımlar, verilen hizmetler, millî gelir vd. gibi kavramlar belirli bir kitle için önemli olabilir ama vatandaş kesinlikle bunlara değil, kendi yaşamına, ekonomik durumuna bakacaktır.

Bugün geldiğimiz noktada vatandaşlar hayat pahalılığından, yüksek enflasyondan, işsizlikten yakınmakta, mutfağındaki masrafları nasıl karşılayacağını, çocuğunu okuluna nasıl göndereceğini, daha iyi bir iş nasıl bulabileceğini, kirasını, elektrik, doğalgaz gibi gider faturalarını nasıl ödeyeceğini düşünmektedir. Yukarıda bahsettiğim ekonomik göstergeler vatandaş için önemli değildir.

Yaklaşık altı aydan bu yana ülkemizde yaşanan enflasyon ekonomik dengeleri negatif yönde etkiledi ve özellikle dar gelirli kesimin yaşam mücadelesi kayda değer şekilde zorlaşmıştır. Artık manavı bırakın pazara bile giderken bütçesini dengeleyemeyen, et veya başka ihtiyaçlarının karşılanmasını sürekli erteleyen bir toplum karşımıza çıkmaktadır. Uzunca bir süredir yazılı ve görsel basında zam haberleri ve yorumları izlemekten bıkmış durumdayız. Evet bu zamların mutlaka geçerli bir sebebi veya sebepleri olabilir ama vatandaş önce cebine bakacaktır.

Bir diğer konu sürekli olarak özellikle emekli ve ücretli vatandaşların alım gücünün düşmesidir. Çünkü ülkemizde maalesef enflasyon ve pahalılık birlikte yükselmektedir. Halk arasında genellikle enflasyon ve pahalılık aynı anlamda kullanılır. Hâlbuki enflasyon fiyatların yükselmesi, pahalılık ise alım gücünün düşmesidir. Örneğin 2500 TL geliri olan vatandaş 10 kg un alabilirken maaşı 3500 TL ye çıktığında alabileceği un miktarı 8 kg. a düşüyorsa pahalılık söz konusudur. Ama maaşı yükselince 10kg dan fazla un alabiliyorsa pahalılıktan söz edilemez.

Emekli ve asgari ücrete zam yapılmasına rağmen halkın alım gücü de düşmüş verilen ücret artışları yapılan zamlar karşısında yetersiz kalmıştır. Asgari ücret 4250 TL olduğu halde en düşük emekli maaşı 2500 TL .olmuştur. En azından en düşük emekli maaşı asgari ücretle aynı olması gerekirdi. Öte yandan TÜİK tarafından açıklanan TÜFE ile ÜFE arasındaki makasın iki kattan fazla olması nedeniyle enflasyon en az altı ay daha devam edeceği gerçeğini de unutmamalıyız.

Genel ekonomik durumu yukarıdaki şekilde açıklamaya çalıştıktan sonra tekrar erken seçim konusuna gelecek olursak; ekonomi bu durumdayken iktidar partisi neden erken seçime gitsin. En azından önümüzde bir buçuk yılı aşkın bir süreç mevcut olduğu bir gerçektir. Önümüzdeki zaman diliminde yani altı aydan sonra turizm gelirleri de göz önüne alınırsa ekonomik göstergeler olumlu yönde değişebilir ve halkın önü açılabilir ondan sonra seçimi konuşabiliriz.

Hükümet seçime kısa bir zaman kalmışken yeni bir ekonomik modeli uygulamaya çalışmaktadır ve yaşadığımız enflasyon ve pahalılık belki de bu sebepten olabilir. İktidar için önemli ve cesaretli bir adım atılmıştır. Yani yeni ekonomik model seçimden sonraya bırakılabilir ve kazanma riski ortadan kaldırılabilirdi ama hükümet risk almayı tercih ett. Modelin başarıya ulaşıp ulaşamayacağı tartışma konusudur ama bu adımın seçimden önce atılması taktir edilmelidir.

Yeni ekonomik model için en büyük problem, üretimde kullanılan hammadde ve ara malların %50 den fazlasının ithal olması nedeniyle üretim maliyetlerinin döviz kurlarıyla orantılı olarak artmasıdır. Biz ülke olarak öncelikle üretim girdilerinin ithalatını minimuma indirmeli daha sonra ise ithal ikame mallarının üretimine önem vermeliyiz. Yani yurt dışına döviz çıkışımız olmamalı, yurt dışından döviz girdisi sağlamalıyız. Yeni ekonomik model de bu yönde ihracat, üretim, istihdam, yatırım odaklı büyüme hedeflenmektedir. Tabi ki bunlar gerçekleştiğinde ithalat da azalacağından yurt dışına döviz transferlerimiz de kayda değer miktarda azalacaktır.

Coğrafi konum dikkate alındığında ülkemizin Ortadoğu’nun üretim merkezi durumuna gelmesi için son derece uygundur. Çünkü Çin’den bu bölgelere yapılan lojistik maliyetleri katlanarak artmıştır. Ekonomik program uzun vadeli bir eylem olacaktır ama olması gereken bir uygulamadır. Ancak ekonominin diğer ögeleri de uyumlu olması kaçınılmazdır. Yani sadece faiz düşürmek yetmeyebilir. Enflasyon, döviz kurları da uyumlu olmalıdır. Çünkü ülkemizde enflasyon, döviz kurları ile paralelegitmektedir.

Sonuç olarak enflasyon düşmeden seçim konusu gündeme getirilmemelidir.

Saygılarımla

ZAFER ÖZCİVAN

Ekonomist