Yaklaşık bir yıldan bu yana ekonomide yaşanan sorunlar gündemdeki yerini korumaya devam ediyor. Aralık 2021’den bu yana politika faizin %14 de sabit tutan merkez bankası ağustos ayı toplantısında politika faizini 100 baz puan daha düşürerek %13 e çekti. Yapılan yorumlara bakılırsa seçime kadar 1-2 puan daha düşebilir.

Geçen haftaki yazımda faiz indiriminin sonuçlarını ele almıştık. Aşağıda sonuçlara devam ederek olması gerekenle hakkında görüşlerimden bahsedeceğim.

Öncelikle şunu belirtmem gerekir ki düşük faiz uygulamasına neden geçtik? Döviz kurlarını bu kadar yükselten, enflasyon oranlarının %80 e dayanmasına sebep olan, hayat pahalılığını arttıran, halkın alım gücünü düşüren, işsizliğiçoğalytan bu kararın belli ki birtakım hedefleri söz konusudur. Ekonomi yönetimi kim olursa olsun hiçbir hükümet vatandaşlarını ekonomik dar boğaza sokmak istemez. Halkın alım gücünün azalmasını, hayat pahalılığının artmasını kabul etmez. Diyeceksiniz ki bu kararların amacı nedir?

Düşük faiz politikasına geçmemizin yegâne amacı üreticilerin kredi maliyetlerini düşürerek onları üretim hacminin genişlemesine teşvik etmek, ihracatı arttırarak ülkeye döviz girdisi sağlamak, ithalatı minimum seviyeye düşürmek, işsizliğin azalmasını sağlamaktır. Ülkemizin Ortadoğu nun üretim merkezi olma konusunda bir nevi temel atmaktır. Ekonomik büyüme ancak ve ancak üretimle gerçekleşebileceği için hedef doğru seçilmiştir.

Uygulamaya baktığımızda ise politika faizlerinin düşmesi, kredi faizlerini düşürmediği gibi yükselmiş ve bankacılık sektörünün karları astronomik seviyelere ulaşmıştır. Yani hedefe ulaşma konusunda yol alınamamıştır. Kamu bankaları ucuz kredi sistemine uydukları halde özel bankaların yüksek oranlı faizlerle tüketiciye veya iş dünyasına kredi verdikleri gerçektir. Ağustostan itibaren merkez bankasından %13 ile aldıkları parayı %20-25 arasında bir faiz oranıyla iş dünyasına yansıtmaları sağlanmalı, bu kurala uymayan bankalara yaptırım uygulanmalıdır. Ekonomik hedeflere ulaşmak ancak bu şekilde olacaktır.

Ekonomide sorunlar sadece bununla sınırlı değildir. Sığınmacı sorunu iktidar ve muhalefet arasında tartışma konusudur. Sığınmacıların bir kısmına vatandaşlık verildiğinden ilk seçimlerde oy kullanacaklardır. Sığınmacı sayısı hakkında yazılı ve görsel basında 5-13 milyon arasında rakamlar telaffuz edilmektedir. Yaklaşık 10 milyon olarak düşünsek bile ekonomiden bu insanlar pay almaktadırlar ve kendilerine sağlık, eğitim konusunda öncelikler verildiği de bir gerçektir. Vatandaş olarak bizlerin milli gelirden aldığımız pay yaklaşık %10-15 oranında azalmaktadır ve hiçbir vatandaşımız ekonominin sorunları ile meşgul iken ekmeğini paylaşmak isteriz. Ancak bir de madalyonun öbür yüzüne bakmak gerekir. Aynı olaylar bizim başımıza gelse biz de bunların yaptığını yapabiliriz. Her şeyden önce millet olarak misafirperverliğimizi tüm dünyada bilmeyen neredeyse yoktur.

Diğer taraftan dış borçlarımız döviz kurlarıyla birlikte artmaktadır. Yap işlet devret modeline ödenecek bedel de artmaya devam ediyor. Kur korumalı mevduat hesaplarını hazineye yükü çoğalıyor. Yani vergilerimiz az bir zenginin hesabına gitmeye devam ediyor.

Yaşadığımız dönemde enflasyon tüm dünyada neredeyse her ülkenin sorunu haline gelmiştir. Fakat bizdeki enflasyon Avrupa ülkelerinin 8-10 katı büyüklüktedir. Öncelikle döviz kurları ile enflasyon paralel olarak gerçekleştiğinden enflasyonu düşürmek için ilk yapılması gereken döviz kurlarının kontrol altına alınması gerekir. Bunun için ise merkez bankası döviz rezervlerimizin yeterli seviyede yükseltilmesi, döviz kurlarına müdahale edebilmek için gereklidir. Döviz rezervimizin yükselmesi için ise ihracat rakamlarımızın artması, ithalatımızın düşmesi önemlidir. İhracat konusunda inanılmaz başarılı olduğumuz kesindir ama ithalat için aynı söylem geçerli değildir. Çünkü akaryakıt, doğalgaz, enerji bibi temel ürünlerde dışarıya bağımlıyız ve fiyatı biz belirleyemiyoruz. Ancak döviz kurları bu kadar yükselişe geçmeseydi ithalat rakamlarımız daha düşük olacak, enflasyon oranı da bu denli yükselmeyecekti.

Sorunların devam etmesine rağmen &7 oranında ekonomik büyümemiz gerçekleşti ama son çeyrek te de büyümenin devam etmesi zor gözüküyor. Çünkü yukarıda da bahsettiğim gibi tüm dünyada resesyon ve stagflasyondan bahsedilmektedir. Bizde ise şimdilik resesyon olabilir ama stagflasyon olması beklenemez. Kaldı ki hükümetin alacağı kararlarla iş ve üretim dünyasına ucuz kredi vermeye başlarsa hem enflasyon düşer hem de ihracat rakamları artacağı için döviz girdisi gerçekleşecektir ve hedefe bir adım daha yaklaşılacaktır. Son birkaç hafta içinde merkez bankası rezervimizde artış olmuştur ve bu gelişme de son derece olumludur.

Bir diğer konu da bireysel kredilerin ödenme zorluğu içine girmeleridir. Ülkemizde 856 bin kişi bireysel kredi borcunu ödeyemediği için hukuki takiptedir. Bunlar için de bir çözüm bulunması gerekecektir. Aksi halde bireysel iflaslar gündeme gelebilir.

Önemli bir diğer mesele de cari açıktan kurtulunması gereğidir. Çünkü cari açık verdikçe döviz ihtiyacımız çoğalacak ve ülkemizin CDS risk primi yükselecek ve yut dışından borçlanma maliyetimiz de yukarı yönlü harekeye geçecektir.

Tarım ürünleri için ithalatın sınırlandırılarak yerli üreticinin ekim alanlarını değerlendirmesini teşvik etmek, sıkı ve sürdürülebilir bir tarım politikası izlemek olmazsa olmazlardan biridir.Sn. Cumhurbaşkanımızın girişimleri ile açılan tahıl koridor sadece bizim için değil tüm Avrupa ülkeleri için bir rahatlama getirecektir ve tahıl gemileri seferlerine başlamıştır. Bu konuda ise çiftçilerimizin tarım kredi kooperatiflerine olan borcun faizi silinmeli ana para ise uzun vadeye yayılmalıdır.

ZAFER ÖZCİVAN

Ekonomist