Dünya Ekonomik Forumu’nun (WEF) Nisan ayında yayımladığı “Baş ekonomistler Görünümü” raporu, küresel ekonominin 2025’e doğru ilerlerken karşı karşıya olduğu ciddi risklere ve dönüşümlere ışık tutuyor. Ankete katılan önde gelen kamu ve özel sektör ekonomistlerinin değerlendirmeleri, son yıllarda artan korumacılığın, ticaret savaşlarının, jeopolitik gerginliklerin ve teknoloji kaynaklı yapısal değişimlerin dünya ekonomisinde derin bir belirsizlik ortamı yarattığını ortaya koyuyor. Bu belirsizlikler yalnızca ekonomik büyümeyi yavaşlatmakla kalmıyor, aynı zamanda uzun vadeli planlamaları da neredeyse imkânsız hale getiriyor.
KÜRESEL EKONOMİDE YÖN ARAYIŞI: BELİRSİZLİK ARTARKEN STRATEJİLER GECİKİYOR
Rapora göre, ekonomistlerin %87’si ABD’nin izlediği ekonomi politikalarının küresel çapta kalıcı etkiler doğuracağına inanıyor. Bu görüş, yalnızca ABD ekonomisinin değil, küresel finansal sistemin de derinden etkileneceğine işaret ediyor. Özellikle ticaret savaşları, yaptırımlar ve gümrük tarifelerindeki belirsizlikler, çok uluslu şirketlerin uzun vadeli yatırım kararlarını askıya almasına yol açıyor. İş dünyası geleceği öngöremediği ölçüde büyüme planlarını geciktiriyor; bu da doğrudan üretimi, istihdamı ve inovasyonu zayıflatıyor.
Katılımcıların %82’si dünya genelindeki belirsizliği “olağanüstü derecede yüksek” olarak tanımlarken, %79’u ise içinde bulunduğumuz süreci geçici bir dalgalanma değil, kalıcı bir yapısal dönüşüm olarak değerlendiriyor. Bu tespit, küresel ekonomik mimarinin önümüzdeki yıllarda radikal bir değişim geçirebileceği ihtimalini güçlendiriyor.
EN BÜYÜK BELİRSİZLİK ALANI: TİCARET POLİTİKALARI
Ekonomistlerin dikkat çektiği en önemli konu başlıklarından biri ticaret politikalarının belirsizliği. Katılımcıların %97’si bu alandaki yönsüzlükten ciddi şekilde rahatsız. Özellikle ABD-Çin arasındaki ekonomik gerilimler, AB’nin stratejik ticaret hamleleri ve gelişmekte olan ülkelerdeki korumacı eğilimler, küresel mal ve hizmet hareketliliğini olumsuz etkiliyor. Gümrük duvarlarının yükselmesi hem küresel arz zincirlerini zorluyor hem de üretim maliyetlerini artırıyor.
Ticaretin ardından ikinci sırada gelen para politikalarındaki belirsizlik (%49), merkez bankalarının faiz kararlarının ve para arzına ilişkin politikalarının yeterince öngörülebilir olmamasından kaynaklanıyor. Bu durum, yatırımcılar için finansman maliyetlerini belirsiz kılarken, yüksek enflasyonla mücadelede etkili bir çerçevenin kurulamadığı yönündeki algıyı da derinleştiriyor.
Maliyet politikaları (%35) ise özellikle enerji, hammadde ve işgücü gibi girdilerdeki artışlar nedeniyle iş dünyasının risk algısını büyütüyor. Şirketler hem üretim planlamasında hem de fiyatlandırma stratejilerinde giderek daha temkinli davranıyor.
BÖLGESEL GÖRÜNÜM: ABD EKONOMİSİ İÇİN ZAYIF BÜYÜME, AVRUPA’DA TEMKİNLİ İYİMSERLİK
Anket sonuçlarına göre ekonomistlerin %77’si, ABD’de 2025 yılı sonuna kadar zayıf ya da çok zayıf bir ekonomik büyüme öngörüyor. Üstelik %79’luk bir kesim, yüksek enflasyonun devam edeceğini düşünüyor. Amerikan dolarının zayıflayacağına dair beklenti ise %76 düzeyinde. Bu tablo, ABD’nin küresel ekonomik denge üzerindeki geleneksel rolünün zayıflamaya başladığına işaret ediyor. Resesyon riski, yalnızca Amerikan iç pazarını değil, ABD ile ticaret yapan ülkelerin de büyüme tahminlerini olumsuz etkiliyor.
Avrupa’da ise Almanya öne çıkıyor. Ülkenin uyguladığı mali genişleme adımları sayesinde, görece daha olumlu bir ekonomik görünüm oluşmuş durumda. Özellikle enerji piyasasındaki dengelenme ve imalat sektöründe toparlanma sinyalleri, Almanya’nın Avrupa ekonomisinin lokomotifi olma konumunu sürdürmesine yardımcı oluyor.
Çin’e ilişkin ise net bir fikir birliği bulunmuyor. Katılımcıların önemli bir kısmı Çin’in hâlâ güçlü bir üretim kapasitesine ve büyüme potansiyeline sahip olduğunu belirtse de iç talepteki yavaşlama, konut piyasasındaki sorunlar ve dış yatırımcı güvenindeki kırılmalar, Çin ekonomisinin yönünü kestirmeyi zorlaştırıyor.
YAPAY ZEKâ: BÜYÜMENİN MOTORU MU, SOSYAL RİSK Mİ?
Raporda geniş yer bulan bir diğer başlık ise yapay zekâ teknolojilerinin ekonomi üzerindeki etkisi. Ankete katılan baş ekonomistlerin %46’sı yapay zekanın önümüzdeki 10 yıl içinde küresel Gayri Safi Yurt İçi Hasıla’ya %0 ila %5 arasında katkı sağlayacağını, %35’i ise bu katkının %5 ila %10 seviyelerinde olacağını öngörüyor. Yapay zekanın en çok etki edeceği alanlar arasında görevlerin otomasyonu, yaratıcılığın ve inovasyonun hızlanması, çalışanların verimliliğini artıran destekleyici teknolojiler gibi başlıklar yer alıyor.
Ancak aynı zamanda ciddi riskler de söz konusu. Ekonomistlerin %47’si yapay zekanın net istihdam kaybı yaratacağını tahmin ediyor. Bu oran, teknolojik gelişmelerin yalnızca ekonomik çıktıyı değil, sosyal dengeyi de tehdit edebileceğini gösteriyor. Yalnızca %19’luk bir kesim, yapay zekanın istihdam artışına neden olabileceğine inanıyor. Özellikle düşük ve orta vasıflı işlerin makineleşme nedeniyle ortadan kalkması, eşitsizliklerin artmasına yol açabilir.
EN BÜYÜK TEHDİT: YAPAY ZEKANIN KÖTÜYE KULLANILMASI
Ankette öne çıkan en kritik uyarılardan biri, yapay zekanın dezenformasyon üretimi, seçim güvenliğini tehdit etme ve toplumsal istikrarı bozma gibi alanlarda kötüye kullanılma riskidir. Bu durum, yalnızca ekonomik değil, aynı zamanda politik ve kültürel düzeyde de ciddi sonuçlar doğurabilir. Bilgi kirliliği, toplumları kutuplaştırma riski taşıdığı gibi, piyasa güvenini de doğrudan zedeleyebilir.
Bu kapsamda baş ekonomistler, hükümetlerin ve özel sektörün ortaklaşa çalışarak yapay zekaya yönelik altyapı yatırımlarını artırması, düzenleyici çerçeveler oluşturması, kritik sektörlerde teknolojinin doğru biçimde benimsenmesini sağlaması ve çalışanlara yönelik beceri geliştirme programları sunması gerektiğini vurguluyor.
GENEL DEĞERLENDİRME: FIRSATLARLA DOLU RİSKLİ BİR GELECEK
WEF’in baş ekonomistlerle yaptığı bu değerlendirme, küresel ekonominin klasik büyüme kalıplarından uzaklaştığı, yeni bir yapısal döneme girdiği yönündeki kanaatleri güçlendiriyor. Korumacı politikaların yükselişi, çok taraflı sistemin zayıflaması, teknolojik dönüşümün hızlanması ve toplumlar üzerindeki ekonomik baskıların artması, geleceği şekillendiren başlıca parametreler olacak.
Belirsizliklere rağmen fırsatlar da yok değil. Yapay zekâ gibi yeni teknolojiler, doğru politikalarla yönlendirildiğinde verimliliği artırabilir, yeni sektörler yaratabilir ve küresel kalkınmaya katkı sunabilir. Ancak bunun gerçekleşmesi için hükümetlerin şeffaf, öngörülebilir ve sosyal faydayı önceleyen politikalar üretmesi; iş dünyasının ise esnek ve dirençli stratejiler geliştirmesi gerekiyor.
Sonuç olarak, dünya ekonomisi bir eşikte duruyor. Bu eşikten istikrarlı bir geleceğe geçiş, riskleri görmezden gelmeden, fırsatları doğru yöneten bir küresel iş birliğiyle mümkün olacak.
ZAFER ÖZCİVAN
Ekonomist-Yazar