Demokrasi, yalnızca seçim sandığının kurulduğu bir yönetim biçimi değildir. Gerçek anlamda demokratik bir sistem, halkın temsilcilerini yalnızca seçmekle kalmayıp, onların icraatlarını sorgulayabildiği, denetleyebildiği ve gerektiğinde hesap sorabildiği bir yapıya dayanır. İşte bu noktada “demokratik hesap verebilirlik” kavramı, demokrasinin kalbinde yer alan bir ilke olarak karşımıza çıkar. Çünkü hesap verebilirliğin olmadığı bir demokrasi, halkın iradesiyle değil, gücü elinde bulunduranların keyfiyetiyle yönetilen bir düzene dönüşür.
Hesap Verebilirliğin Temel Anlamı
Hesap verebilirlik, en sade haliyle, kamu gücünü kullananların yaptıkları işlerden, aldıkları kararlardan ve kullandıkları kaynaklardan dolayı halka açıklama yükümlülüğü taşımalarıdır. Demokratik bağlamda bu ilke, “iktidarın meşruiyetinin sürekliliği” ile doğrudan ilişkilidir. Çünkü bir yönetici, seçildikten sonra halktan kopuk hareket ettiğinde, seçimle gelen meşruiyetinin içi boşalır. Demokratik hesap verebilirlik, bu boşluğu engelleyen bir mekanizma olarak, yönetenlerle yönetilenler arasındaki ilişkiyi dengede tutar.
Hesap verebilirliğin iki yönü vardır: dikey ve yatay hesap verebilirlik. Dikey hesap verebilirlik, seçmenlerin seçimler yoluyla iktidarı denetlemesi anlamına gelir. Yani halk, yöneticilerin performansını değerlendirir ve bir sonraki seçimde onları ödüllendirir ya da cezalandırır. Yatay hesap verebilirlik ise, yasama, yürütme ve yargı gibi devletin temel organlarının birbirini denetlemesini ifade eder. Örneğin parlamentonun hükümeti sorgulaması, Sayıştay’ın kamu harcamalarını denetlemesi, yargının hukuka aykırı işlemleri iptal etmesi gibi mekanizmalar, yatay hesap verebilirliğin örnekleridir.
Kurumsal ve Siyasal Boyut
Demokratik hesap verebilirlik yalnızca iyi niyetli yöneticilere değil, güçlü kurumlara dayanır. Bağımsız denetim organları, tarafsız medya, güçlü bir sivil toplum ve etkin bir yargı sistemi bu sürecin temel dayanaklarıdır. Bu kurumların işlevsel olması, kamu gücünün kötüye kullanılmasını önler ve toplumda güven duygusunu pekiştirir.
Kurumların zayıf olduğu ülkelerde, hesap verebilirlik mekanizmaları kâğıt üzerinde kalsa da pratikte etkisiz hale gelir. Örneğin, yolsuzlukla mücadele komisyonları bağımsız çalışamadığında, medya baskı altında olduğunda ya da yargı yürütmeye bağımlı hale geldiğinde, vatandaşın kamu yönetiminden hesap sorma imkânı ortadan kalkar. Böyle bir durumda demokrasinin özü, yani halkın iradesi zedelenir.
Bu nedenle hesap verebilirlik, yalnızca yöneticilerin “doğru” olmasıyla değil, sistemin hataya izin vermeyecek biçimde tasarlanmasıyla mümkündür. Gerçek demokrasi, hatayı engelleyen değil, hatayı görünür kılan ve onu düzeltebilen sistemdir.
Şeffaflık ve Katılım: Hesap Verebilirliğin İki Ayağı
Hesap verebilirliğin işlerlik kazanabilmesi için şeffaflık ve toplumsal katılım şarttır. Şeffaflık, kamu kaynaklarının nasıl kullanıldığının, kararların hangi gerekçelerle alındığının ve politikaların sonuçlarının toplumla açık bir biçimde paylaşılması anlamına gelir. Dijital çağda bu, bilgiye erişim hakkı, açık veri uygulamaları ve kamu ihalelerinin çevrim içi izlenebilirliği gibi araçlarla daha da güçlenmiştir.
Katılım ise vatandaşların yalnızca seçim dönemlerinde değil, gündelik yönetim süreçlerinde de söz sahibi olmalarını sağlar. Katılımcı bütçeleme, yerel meclisler, halk danışma toplantıları gibi uygulamalar, hesap verebilirliğin toplumsal temellerini genişletir. Halkın karar süreçlerine dahil olması, yöneticilerin keyfi davranmasını zorlaştırır; aynı zamanda alınan kararların meşruiyetini artırır.
Hesap Verebilirlik Krizi ve Popülizm Tehlikesi
Son yıllarda dünyanın birçok yerinde demokratik hesap verebilirlik ciddi bir sınavdan geçiyor. Popülist liderlerin yükselişi, medya özgürlüğüne yönelik kısıtlamalar ve denetim kurumlarının zayıflaması, demokrasilerdeki denge-denetim mekanizmalarını aşındırıyor. Popülist yönetimler genellikle “doğrudan halk iradesi” söylemini öne çıkararak, kurumsal denetimi “bürokratik engel” olarak sunuyorlar. Ancak bu yaklaşım, kısa vadede halk desteği sağlasa da uzun vadede demokrasinin kendi kendini denetleme kapasitesini yok ediyor.
Bir diğer tehdit, bilgi kirliliği. Dijital çağda, yanlış veya manipüle edilmiş bilgi, vatandaşların doğru değerlendirme yapma yeteneğini zayıflatıyor. Bu durum, seçimlerin bile demokratik hesap verebilirlik işlevini yitirmesine yol açabiliyor. Dolayısıyla demokratik hesap verebilirlik yalnızca yönetenlerin değil, bilgilendirilmiş vatandaşların da sorumluluğudur.
Türkiye Perspektifinden Değerlendirme
Türkiye’de demokratik hesap verebilirliğin güçlendirilmesi hem hukuki hem de toplumsal bir dönüşümü gerektiriyor. Sayıştay raporlarının şeffaf biçimde kamuoyuyla paylaşılması, Meclis’in denetim yetkisinin etkin kullanılması, yerel yönetimlerde katılımcı mekanizmaların yaygınlaştırılması bu sürecin önemli adımlarıdır. Ayrıca medyanın özgür çalışabilmesi, sivil toplum kuruluşlarının denetim ve farkındalık faaliyetlerinin desteklenmesi, hesap verebilirliğin kültürel bir norm haline gelmesine katkı sağlayacaktır.
Hesap verebilirlik yalnızca bir yönetim ilkesi değil, toplumsal bir değer olarak da benimsenmelidir. Çünkü yönetenlerin hesap vermediği bir toplumda, vatandaş da hakkını aramaktan vazgeçer. Demokrasi, bu anlamda hem bir sistem hem de bir alışkanlıktır.
Sonuç: Güvenin İnşası ve Demokratik Olgunluk
Demokratik hesap verebilirlik, devletle vatandaş arasında güven köprüsüdür. Bu köprünün inşa edilmesi zaman alır; ancak yıkılması bir anlık keyfilikle mümkündür. Gücün sınırlandığı, bilginin paylaşıldığı, yurttaşın aktif rol aldığı bir sistem, yalnızca daha adil değil, daha istikrarlı bir toplum da yaratır.
Bugün demokrasilerin karşı karşıya olduğu en büyük soru, “kim yönetecek?” değil, “nasıl yönetilecek?” sorusudur. Demokratik hesap verebilirlik, bu sorunun cevabını verir: Halk adına yönetmek, halka hesap vermek demektir. Güç, paylaşıldığında değil, denetlendiğinde meşru hale gelir. Gerçek demokrasi, işte bu bilincin kurumsal ve toplumsal düzeyde içselleştirilmesiyle mümkün olur.
ZAFER ÖZCİVAN
Ekonomist-Yazar