Modern dünyada kalkınmanın itici gücü, yalnızca sermaye birikimi ya da doğal kaynak zenginliği değil; bilgiye dayalı karar alma kapasitesidir. Bu kapasite ise iki temel sütun üzerinde yükselir: akademi ve kamu yönetimi. Akademi, analitik düşünceyi, bilimsel yöntemi ve uzun vadeli perspektifi temsil ederken; kamu yönetimi, toplumsal ihtiyaçlara cevap veren, uygulama gücü yüksek politikaların sahasıdır. Bu iki alanın birbirinden kopuk olması, bir ülkenin hem bilgi üretiminde hem de politika uygulamalarında verimsizlik yaratır.
Ne yazık ki Türkiye’de akademi-kamu iş birliği uzun yıllar boyunca, arzu edilen düzeyde kurumsallaşamamış bir alan olarak kalmıştır. Bilimsel araştırmaların büyük bir kısmı politika süreçlerinden izole biçimde yürütülmekte, kamu kurumlarının karar alma süreçleri ise çoğu zaman bilimsel verilere değil, kısa vadeli idari veya siyasi önceliklere dayanmaktadır. Oysa bilimsel bilgi ile kamu politikalarının kesiştiği noktada oluşacak sinerji hem kamu hizmetlerinin etkinliğini hem de toplumun refahını artırma potansiyeline sahiptir.
Kanıta Dayalı Politika Dönemi
Gelişmiş ülkelerde kamu yönetimi, son 20 yılda önemli bir dönüşüm geçirdi: “kanıta dayalı politika yapımı” anlayışı yükseldi. Bu yaklaşım, akademik kurumlar, araştırma merkezleri ve kamu kurumları arasında sistematik veri paylaşımını, ortak araştırma programlarını ve sürekli etkileşimi esas alır. Bir başka deyişle, kamu politikalarının temel dayanağı artık “kanaat” değil, “kanıt” olmalıdır.
Türkiye’de de bu yönde atılmış adımlar vardır. TÜBİTAK, Yükseköğretim Kurulu (YÖK) ve Strateji ve Bütçe Başkanlığı gibi kurumlar, zaman zaman kamu politikalarını destekleyici araştırma fonları ve projeler üretmektedir. Üniversiteler bünyesinde kurulan araştırma merkezleri –örneğin iklim değişikliği, enerji, gıda güvenliği, sosyal politika veya dijital dönüşüm alanlarında– kamu kurumlarıyla ortak çalışmalar yapmaya başlamıştır. Ancak bu iş birliklerinin sürekliliği, etki analizi mekanizmaları ve çıktılarının politika belgelerine dönüşme oranı hâlâ düşük düzeydedir.
Bu noktada, sadece proje düzeyinde değil, yapısal düzeyde bir iş birliği kültürünün inşa edilmesi gerekmektedir. Akademik bilgi üretimi ile kamu karar mekanizmaları arasında kurumsal bir köprü kurulmadığı sürece, yapılan araştırmalar raflarda kalmaya, kamu politikaları ise tekrarlanan hatalarla ilerlemeye mahkûm olur.
Kamu Politikalarının Bilimsel Temellere Oturtulması
Kamu yönetiminin başarısı, uyguladığı politikaların toplumun gerçek ihtiyaçlarını ne ölçüde karşıladığıyla ölçülür. Akademik dünyanın katkısı da tam bu noktada belirleyici olur. Akademi, kamu politikalarının tasarım aşamasında analitik modeller geliştirerek, olası senaryoların sonuçlarını önceden simüle edebilir. Sosyal bilimlerde yapılan alan araştırmaları, yurttaş davranışlarını, bölgesel farklılıkları ve toplumsal eğilimleri anlamaya yardımcı olur. Bu sayede kamu politikaları sadece reaktif değil, proaktif bir nitelik kazanır.
Örneğin eğitim politikalarında akademi ile iş birliği, müfredat reformlarından öğretmen yetiştirme programlarına kadar geniş bir alanda ölçülebilir sonuçlar doğurabilir. İklim politikalarında üniversitelerin çevre bilimleri bölümleriyle yapılacak çalışmalar, yerel yönetimlerin karbon ayak izini azaltacak stratejilere ışık tutabilir. Sağlık alanında epidemiyoloji ve sosyoloji disiplinlerinin katkısıyla, kamu sağlığı politikaları daha bütüncül bir yapıya kavuşabilir.
Bu tür örnekler, sadece belirli alanlarda değil, genel kamu yönetimi kültüründe bir paradigma değişimini zorunlu kılar: politika üretimi ile bilimsel araştırma artık birbirinden ayrı dünyalar olmamalıdır.
Kurumsal Yapılar ve Stratejik İş birliği Mekanizmaları
Akademi-kamu iş birliğinin sürdürülebilir hale gelmesi için öncelikle kurumsal mekanizmaların güçlendirilmesi gerekir. Üniversitelerde kamu politikaları ofisleri veya “kamu etkileşim merkezleri” kurulabilir. Bu merkezler, kamu kurumlarının araştırma ihtiyaçlarını belirleyip akademik birimlerle eşleştirebilir. Öte yandan kamu kurumları da kendi stratejik planlarında üniversitelerle ortak çalışma hedeflerine yer vermelidir.
Bir diğer önemli araç, veri paylaşımı altyapısıdır. Kamu kurumlarının elinde büyük miktarda idari veri bulunmakta; ancak bu veriler çoğu zaman akademik araştırmalara kapalıdır. Güvenli ve etik veri paylaşım protokolleri geliştirilirse, akademisyenler bu verilerden anlamlı sonuçlar üretebilir, kamu kurumları da bu sonuçları politika önerilerine dönüştürebilir. Böylece hem şeffaflık hem de bilimsel katılım artar.
Bu iş birliğini destekleyecek yasal ve mali çerçevenin de güncellenmesi gerekir. Kamu-üniversite ortak projelerinin finansmanı, sadece kısa süreli hibelerle değil, uzun vadeli “ulusal araştırma ortaklık programları” aracılığıyla desteklenmelidir. Ayrıca kamu kurumlarında görev yapan uzmanlara, akademik danışmanlık veya yarı-zamanlı öğretim faaliyetleri yürütme imkânı tanınarak bilgi akışı iki yönlü hale getirilebilir.
Ortak Akıl ile Ortak Sorumluluk
Bilgi çağında kamu yönetiminin en büyük riski, bilgiye erişimin artmasına rağmen bilgiyi yönetememek ve kullanamamak. Akademi ile kamu arasında kurulacak güçlü bağ, bu riski azaltır; çünkü karar vericiye analitik düşünme disiplini, araştırmacıya ise uygulamanın gerçek sınırlarını öğretir. Bu iki alanın kesiştiği noktada, ülke yararına çalışan bir “ortak akıl ekosistemi” doğar.
Sonuç olarak, akademi-kamu iş birliği bir tercih değil, bir zorunluluktur. Bilimsel bilgi, toplumun ortak malıdır; kamu politikalarının ise bu bilgiye dayanarak şekillenmesi, demokratik yönetimin ve sürdürülebilir kalkınmanın temel koşuludur. Üniversiteler, sadece diploma veren kurumlar değil; toplumsal çözüm üreten düşünce merkezleri olmalıdır. Kamu kurumları ise, sadece yasa uygulayan yapılar değil; bilimi rehber edinen yönetişim organları hâline gelmelidir.
Bilgi ile eylemi, teori ile pratiği, akademi ile kamuyu buluşturacak her adım, ülkenin geleceğine yapılan en sağlam yatırımdır.
ZAFER ÖZCİVAN
Ekonomist-Yazar