Ekonomik büyümenin temel dinamiklerinden biri olan finansman, gelişmekte olan ülkeler için çoğu zaman dış kaynaklara yönelimi zorunlu kılar. Türkiye gibi tasarruf açığı bulunan ülkelerde yatırımların, cari açıkların ve bütçe dengelerinin sürdürülebilmesi büyük ölçüde dış finansmana, yani yabancı sermaye girişlerine bağlıdır. Ancak bu durum, kısa vadede büyümeyi desteklese de uzun vadede ekonomik kırılganlıkların derinleşmesine neden olur. Dış finansmana bağımlılık, sadece bir makroekonomik tablo değil, aynı zamanda bir yapısal bağımlılık ilişkisi olarak da ele alınmalıdır.
Yabancı Kaynakların Cazibesi ve Riskleri
Yabancı sermaye girişleri, özellikle 2000’li yılların başından itibaren Türkiye ekonomisinin önemli bir büyüme dinamiği haline geldi. Küresel faizlerin düşük, likiditenin bol olduğu dönemlerde sıcak para girişi, hem döviz arzını artırarak kuru baskıladı hem de yatırımcı güveni sayesinde faizleri aşağı çekti. Bu dönemlerde Türkiye gibi gelişmekte olan ülkeler yüksek büyüme oranlarına ulaşırken, iç tasarruf oranlarının düşük olması dış finansmanı adeta “zorunlu bir tercih” haline getirdi.
Ancak finansman yapısının bileşimi burada kritik öneme sahiptir. Doğrudan yabancı yatırımlar (FDI) uzun vadeli istihdam ve teknoloji katkısı sunarken, portföy yatırımları ya da kısa vadeli dış borçlanma türleri ekonomiyi “kısa vadeli sermaye hareketlerine” bağımlı hale getirir. Bu tür girişler, en ufak bir küresel belirsizlikte veya ülke risk priminin artışında hızla çıkışa döner. Nitekim 2018 ve 2020 sonrası yaşanan dalgalanmalar, Türkiye’nin finansal istikrarının büyük ölçüde dış kaynak akımlarına ne kadar duyarlı olduğunu gözler önüne sermiştir.
Tasarruf Açığı: Bağımlılığın Temel Kaynağı
Dış finansmana bağımlılığın merkezinde, ülke içi tasarrufların yetersizliği yer alır. Türkiye’de hane halkı ve şirketlerin toplam tasarruf oranı, uzun yıllardır %25’in altında seyretmektedir. Buna karşın yatırım oranı daha yüksektir, bu da aradaki farkın dış kaynaklarla finanse edilmesi anlamına gelir. Yani ülke, büyümesini kendi birikimleriyle değil, dış dünyanın tasarruflarıyla sürdürmektedir.
Bu durumun iki önemli sonucu vardır:
Birincisi, dış borç stokunun sürekli artmasıdır. Türkiye’nin toplam dış borcu 500 milyar dolar seviyelerine yaklaşmış, özel sektörün döviz cinsinden borçları özellikle 2010’lu yıllarda hızla yükselmiştir.
İkincisi ise, döviz kuru hareketlerinin ekonomide çok güçlü etkiler yaratmasıdır. Çünkü döviz borçları yüksek olan bir ekonomide kur artışları hem bilanço etkisiyle firmaları hem de kamu maliyesini baskı altına alır.
Tasarruf açığı, aynı zamanda sürdürülebilir büyüme için bir “yapısal fren” işlevi görür. Yani büyüme ne kadar dış kaynakla beslenirse, o kadar kırılgan hale gelir. Küresel faizlerin yükseldiği, sermaye hareketlerinin yavaşladığı dönemlerde bu bağımlılık bir “finansman açığı krizine” dönüşebilir.
Cari Açık ve Dış Finansman Döngüsü
Türkiye ekonomisinde cari açık, dış finansmana bağımlılığın en görünür göstergesidir. Cari açık, bir ülkenin ürettiğinden fazlasını tüketmesi ya da yatırım yapması anlamına gelir. Bu fark, dış dünyadan borçlanılarak veya sermaye girişleriyle kapatılır. 2010-2017 yılları arasında Türkiye’nin ortalama cari açığı GSYH’nin %5’i civarındaydı. Bu açık, küresel sermaye bolluğu döneminde kolayca finanse edilirken, 2018 sonrası yaşanan finansal dalgalanmalar bu denklemi tersine çevirdi.
Bir ülke uzun süre cari açık verip bunu portföy yatırımlarıyla finanse ettiğinde, büyüme modeli “kırılgan beşli” olarak adlandırılan bir yapıya dönüşür. Yani ekonomik performans, doğrudan yabancı yatırımcıların beklentilerine ve küresel fon akımlarına bağlı hale gelir. Böyle bir yapıda, dış finansman maliyetlerinin artması doğrudan büyüme hızını düşürür, işsizliği artırır ve döviz kurlarında dalgalanmalara neden olur.
Bu noktada “altın ve enerji hariç cari denge” kavramı önem kazanır. Türkiye gibi enerji ithalatçısı ülkelerde dış açıkların önemli kısmı enerji faturalarından kaynaklansa da enerji hariç dengede bile kalıcı açıkların varlığı, yapısal üretim sorunlarına işaret eder. Katma değeri düşük ihracat, ithalata dayalı sanayi üretimi ve döviz kazandırıcı hizmet gelirlerinin yetersizliği dış finansman ihtiyacını kronikleştirir.
Bağımlılığın Sosyoekonomik Etkileri
Dış finansmana bağımlılık yalnızca makroekonomik bir sorun değildir; toplumsal refahı da doğrudan etkiler. Kur dalgalanmaları enflasyonu yükseltir, reel ücretleri aşındırır ve gelir dağılımını bozar. Üretim maliyetleri arttıkça iç piyasada fiyatlar yükselir, bu da özellikle sabit gelirli kesimlerin alım gücünü zayıflatır.
Ayrıca kamu maliyesi açısından da dış borç yükü önemli bir baskı oluşturur. Faiz ödemeleri bütçe harcamaları içinde artarken, yatırım harcamalarına ayrılan kaynaklar kısıtlanır. Bu da uzun vadede ekonomik dinamizmin zayıflamasına neden olur.
Toplumsal düzeyde ise, dış kaynaklı büyümenin getirdiği hızlı ama kırılgan refah artışları sürdürülebilir kalkınma yerine “kısa vadeli konfor” yaratır. Kredi genişlemesiyle desteklenen tüketim, üretim kapasitesini artırmadan büyüme sağladığı için orta vadede borçlanma tuzağına dönüşür.
Bağımlılığı Azaltmanın Yolu: İç Dinamikleri Güçlendirmek
Dış finansmana bağımlılıktan çıkış, ani bir politika değişikliğiyle değil, uzun soluklu bir yapısal dönüşümle mümkündür. Bunun ilk adımı, iç tasarruf oranlarını artırmak olmalıdır. Bu, hem bireysel tasarrufları teşvik eden vergi düzenlemeleriyle hem de emeklilik sisteminin derinleştirilmesiyle sağlanabilir.
İkinci adım, yerli üretimi ve ihracatın yapısal dönüşümünü sağlamaktır. Katma değeri yüksek, teknoloji yoğun sektörlere yatırım yapılması, dış finansman ihtiyacını azaltan en etkili stratejidir. Özellikle sanayi politikalarının Ar-GE, yenilenebilir enerji ve dijital dönüşüm ekseninde yeniden şekillendirilmesi uzun vadede cari dengeyi güçlendirecektir.
Üçüncü olarak, makroekonomik istikrarın güçlendirilmesi şarttır. Enflasyonun kalıcı biçimde düşürülmesi, hukuk güvenliğinin ve öngörülebilirliğin artırılması, ülke risk primini düşürür ve dış finansman maliyetini azaltır. Ancak bu, dış kaynak bağımlılığını değil, dış kaynak kalitesini değiştiren bir adımdır.
Sonuç: Kırılganlıktan Dayanıklılığa
Dış finansmana bağımlılık, Türkiye ekonomisinin en belirgin ve kalıcı sorunlarından biridir. Bu bağımlılık, büyümeyi destekleyen ama istikrarı zayıflatan bir ikilem yaratır. Ekonomi, bir yandan sermaye girişlerine ihtiyaç duyarken, diğer yandan bu girişlerin yön değiştirmesinden sürekli endişe duyar.
Uzun vadeli çözüm, üretim yapısını dış kaynaklara bağımlı olmaktan çıkarıp yerli tasarruf, yenilikçi üretim ve sürdürülebilir ihracat temellerine oturtmaktır. Ancak o zaman dış finansman, bağımlılığın değil, stratejik bir araç olmanın ötesine geçebilir. Türkiye’nin önünde duran temel mesele, büyümeyi dış kaynağın değil, iç dinamizmin ürünü haline getirebilmektir.
ZAFER ÖZCİVAN
Ekonomist-Yazar
 
						 
				 
				 
				