Merhum Prof.Dr.Sn.Necmettin Erbakan tarafından sık sık dile getirilen ve bir türlü uygulamaya koyulamayan faizle mücadele konusu Sn. Cumhurbaşkanımızın “faiz sebep enflasyon neticedir” tezi ile geçtiğimiz yılın eylül ayından başlamak üzere politika faizleri düşürülmeye başlandı.2021 yılı sonuna kadar eylül-aralık ayları arasında %19 dan %14 e kadar çekilen politika faiz oranı,2022 başından ağustos ayına kadar %14 de sabit kalmasına rağmen ağustos ayında yapılan T.C. Merkez bankası para politikası kurulunun yaptığı toplantıda 100 baz puan daha indirilerek %13 e düşürüldü. Geçtiğimiz bir yıl boyunca ekonomik olarak birtakım dengeler faiz indirimi nedeniyle değişti. Başta döviz kurları ve enflasyon olmak üzere halkın alım gücü düştü, hayat pahalılığı hissedilir derecede yükseldi.

Politika faizlerinin düşürülmesinin temel amacı, yüksek enflasyon riski ile birlikte ekonomik büyüme hedeflenmişti. Ekonomik büyümenin ancak ve ancak üretim artışı, üretim çeşitliliği, ithal ikame ürünlerin üretim artışının sağlanması ile mümkün olacağı gerçeği ile birlikte; üretim işletmelerine düşük faizli kredi vererek üretimdeki girdi maliyetlerini düşürmek, girişimcilere ucuz kredi vererek üretim yapmaya teşvik etmek, tarihimizde en yüksek rakamlara ulaşan ihracat miktarını daha da yukarı çekmek, işsizliğin azalmasını sağlamak, ihracat artışı ile birlikte ülkeye döviz girdisi sağlayarak döviz kurlarının kontrol altına alınmasını kolaylaştırmak, yıllardan bu yana devam eden cari açığı kapatmak hatta cari fazla vermek, yabancı yatırımcıları ülkemizde yatırım yapması için teşvik etmek ve ekonomik büyümeyi sağlamaktı.

Ekonomi yönetiminin önce Çin modeli, sonra da Türkiye modeli diye isim verdikleri bu uygulamanın sonuç vermesinin zaman alacağını ve 2022’nin mayıs haziran aylarında ekonomide rahatlama olacağı yetkililer tarafından açıklanmıştı.TC merkez bankası yetkilileri tarafından enflasyonun üzerinde faiz politikası izleneceği de dile getirilmişti.

İlk faiz indiriminin yapıldığı Eylül 2021 tarihinde enflasyon %19 olarak TÜİK tarafından verilmişti. Artık Ortodoks ekonomi modelinden heterodoks ekonomi modeline geçilmiş oluyordu.

Ancak uygulama beklendiği şekilde gerçekleşmedi. Öncelikle döviz kurları ve enflasyon yukarı yönlü hareketlenmeye başladı ve politika faizlerinin düşürüldüğü her ay karşımıza döviz kurları ve enflasyon yüksekliği sorun olarak yaşamaya başlamıştık.

TL’deki değer kaybı ve yüksek enflasyona rağmen T.C. Merkez bankasının politika faizlerini indirmeye devam etmesi ekonomik büyümesi desteklese de yapılan bu girişim enflasyonun, uluslararası risk priminin yükselmesine, hayat pahalılığının artmasına, halkın alım gücünün düşmesine sebep oluyordu. Yabancı yatırımcıların gelmesi ise kâğıt üzerinde kalıyordu. Eylül 2021’den bu yana döviz kurlarının yükselmesi TL’nin %54 oranında değer kaybetmesine neden oldu ve gelişmekte olan ülkeler sırasında paramız pul oluyordu.

Aralık 2021 de kur artışlarının önüne geçmek, halkın dolara olan talebini minimuma indirmek amacıyla kur korumalı mevduat sistemi yürürlüğe girdi. Ancak bu sistemin hazineye yük getireceği, fakirden toplanan vergiler zenginlere dağıtılacağı yönünde birçok eleştiri aldı. İktidar çevresi ise doların %40 düşmesi ile birlikte kurların çok az değişeceğini ve hazineye yükünün çok az olacağı yönünde görüş bildirmişlerdi. Ancak geldiğimiz noktada toplam 1,3 trilyon TL ye ulaşan kur korumalı mevduat hesapları yılın ilk altı ayında 61 milyar TL hazineye yük getirmişti ve yıl sonuna kadar hazine yükünün 150 milyar TL ye çıkabileceği tahminleri yapılıyor. Bugün için dolar kuru aralık ayındaki KKM sisteminde olduğu değere yükseldi ve KKM sistemi hazineye getirdiği yük büyük rakamlara ulaştı yani KKM sistemi amacına ulaşmadı şeklinde eleştiriler devam ediyor. Fakat kur korumalı sistem yürürlüğe girmeseydi ekonomide önemli dengelerin değişebileceği gerçeğini kimse dile getirmiyor. Konulara çeşitli açılardan bakmak gerekir. Kur korumalı mevduat olmasaydı o tarihte 18 TL olan dolar kuru acaba ne olabilirdi.25-30 TL olabilme ihtimali yok mu? Elbette var. Ülkemizde enflasyon oranı döviz kurlarına bağlı olarak yükseliyor. Düşünmek bile istemiyorum ama dolar kuru 25-30 TL ye çıksaydı enflasyon oranı kaç olabilirdi ve halka yansıması son derece olumsuz olabilirdi.

Geldiğimiz noktada enflasyon son derece yükseldi ve özellikle dar ve sabit gelirlileri olumsuz etkiledi. Ağustos ayında TÜİK tarafından açıklanan oranlar TÜFE %144 ÜFE ise %81 şeklinde idi. Gıda enflasyonu ise dünyada %31 iken ülkemizde %90 seviyelerine dayandı. Aylardan bu yana ağustos ayında enflasyonda çok az düşüş olması ümit verebilir ama TÜFE ile ÜFE arasında büyük fark olması önünüzdeki süreçte yüksek enflasyonla mücadelemizin devam edeceği anlamına geliyor. Çünkü üretim fiyatlarındaki maliyet artışları tüketici fiyatlarına henüz yansıtılmamış ancak önümüzdeki dönemde yansıtılacaktır. Bu da enflasyonun yükselmesine sebep olacaktır.

Yaklaşık üç yıldan bu yana tüm dünyada olduğu gibi ülkemizi de etkisi altına alan korona virüs salgını ve arkasından devam eden ve ne zaman biteceği belli olmayan Rusya-Ukrayna savaşı nedeniyle enflasyon daha da yükseldi ve enerji ve gıda fiyatlarının artmasına sebep oldu. Özellikle tahıl ve gıda maddelerinde sadece biz değil Rusya’dan ithal eden ülkeler zor durumda kaldı.

Tüketici fiyatları ağustosta aylık yüzde 1,46, yıllık yüzde 80,21 ile beklentilerin altında artış gösterse de yıllık enflasyon 1998 sonundan beri yeni en yüksek seviyesine geldi. Yıllık artış gıdada yüzde 90,25 seviyesinde gerçekleşti. TÜFE geçen yıl ağustosta yüzde 19,25 seviyesinde açıklanmıştı.

Akaryakıt fiyatlarında yükseliş ve düşüşler olmasına rağmen geçen yıldan bu yana %170 oranında artış görülmüştür. Petrol, elektrik, doğalgaz gibi temel tüketim ürünlerinde dışa bağımlı olduğumuz için ithal etmek zorundayız. İthal kalemlerimizin en yüksek kalemini dışa bağımlı olduğumuz temel ürünler oluşturmaktadır. Döviz kurları da bu kadar yüksek olunca ödediğimiz para da kendiliğinden yükselmektedir ve dış ticaret açığı vermemize sebep olmaktadır. Brent ham petrol vadeli kontratları, geçen yıl eylül ayından bu yana neredeyse dörtte bir oranında arttı, ancak petrol fiyatları TL cinsinden hesaplandığında bu yüzde 170’lik bir artışa karşılık geliyor.

Düşük faiz uygulamasının temel amaçlarından biri olan üretim ve ihracat desteği ile cari fazla vermeyi hedeflemişti. Fakat yükselen küresel enerji ve emtia fiyatları yüzünden hedefi tutturamadık.

Dış ticaret açığı temmuzda bir önceki yılın aynı döneme göre yüzde 147 artışla 10,69 milyar dolar oldu. İhracat temmuz ayında, bir önceki yılın aynı ayına göre yüzde 13,4 artarak 18,55 milyar dolar, ithalat yüzde 41,4 artarak 29,24 milyar dolar olarak gerçekleşti.

Ticaret Bakanlığı’nın açıkladığı ağustos ayına ilişkin dış ticaret verilerine göre, dış ticaret açığı ağustosta yüzde 161,8 artışla 11,28 milyar dolar oldu. Dış ticaret açığı geçen yıl ağustos ayında 4,3 milyar dolar seviyesinde bulunuyordu.

Bu arada uluslararası borçlanama için sigorta prim bedeli olan CDS primi 800 lere kadar yükseldi. Yani uluslararası borç alırken normal faizin üstüne %8 CDS primini eklemek durumundayız ve bu da borçlanmamızın çok yüksek maliyetli olacağını gösteriyor.

Yaşadığımız bir yıllık dönemde en çok kar sağlayan sektör yaklaşık %500 gibi yüksek bir oranla bankacılık sektörüdür. Çünkü hükümetin sanayicilere destek için düşürdüğü politika faiz oranı ile aldıkları parayı %35-40 gibi oranla kredi olarak verdiler Özellikle özel bankalar çok yüksek oranlarda faiz uygulayarak kredi verdiler. Hükümet bunun önüne geçmek için geçtiğimiz günlerde zorunlu karşılıklara yeni bir düzen getirdi. Yapılan düzenlemede %22 den fazla faizle kredi veren bankalar verdikleri kredi faiz oranları baz alınarak zorunlu karşılık ayırmaları yasalaştı. Bundan sonra ise kredi faizleri düşeceğinden sanayici ucuz kredi verilecek ve üretim girdi maliyetleri azalacak ve ÜFE enflasyon oranı düşecektir.

ZAFER ÖZCİVAN

Ekonomist