Yüksek enflasyon, hayat pahalılığının her geçen gün artması, döviz kurlarının yüksekliği, işsizliğin çoğalması gibi yaşadığımız ekonomik krizin bir diğer ögesi de yoksulluktur. En basit şekilde tanımlamak gerekirse enflasyon ülkede fiyatların genel olarak yükselmesi anlamına gelir. Hayat pahalılığı ise alım gücünün düşmesidir. Yani geliriniz arttığı zaman enflasyonun da yükselmesiyle birlikte eski gelirinizden daha az ürün satın alabiliyorsanız hayat pahalılığı sizin için geçerlidir. Ancak fiyatların artması sizi etkilemiyorsa yani geliriniz enflasyondan daha yüksek bir oranda çoğalmışsa sizin için enflasyon vardır ama hayat pahalılığı sizin için yok anlamındadır. Örnekle anlatmaya çalışalım;

X kişinin aylık geliri 100 TL, enflasyon oranı da %15 olduğunu varsayalım. Mevcut 100 TL ile fiyatı 20 TL olan etten 2 kg, fiyatı 15 TL. olan pirinçten 4 kg ve fiyatı 5 TL olan portakaldan 4 kg alabilir durumdadır. Maaşına %40 zam geldiğini varsaydığımızda artık 140 TL gelir elde etmektedir ve bu yeni maaşıyla fiyatı 23 TL olan etten 2 kg, fiyatı 17,25 TL olan pirinçten 4 kg ve fiyatı 5.75 kr. Olan portakaldan 4 kg aldığı zaman ödeyeceği toplam para miktarı 138 TL olacak ve maaşından 2 TL tasarruf sağlayacaktır. İşte bu kişi için enflasyon olsa da hayat pahalılığı geçerli değildir. Y kişi için ise aksi durum söz konusudur. Örnekle zaman kaybetmeye gerek yok.

Ülkemizde gelir dağılımına baktığımızda nüfusun büyük çoğunluğunun gelir artışı enflasyon oranının altındadır. Sadece asgari ücretli, emekliler, dar gelirliler değil, asgari ücretin üstünde çalışan kesim de enflasyon oranının üzerinde bir maaş zammı alamamaktadır. Örneğin bir asgari ücretliyi düşünelim: Temmuz 2022 TÜİK verilerine göre yıllık enflasyon oranı TÜFE %80, ÜFE ise %1144 olarak açıklandı. Aralık-temmuz dönemi enflasyonu ise %41,6 olarak karşımıza çıktı. Ancak asgari ücretliye %30 ara zam yapıldı. Yani geriye dönün enflasyon rakamları baz alınarak maaşlar arttırıldı. Yani önümüzdeki dönemin enflasyonu hiç hesaba katılmadı.2022 yılı başını hatırlayalım.2021 yılı enflasyonu %36,8 idi ve %50 zam yapılınca enflasyonun üstünde ve önümüzde yaşayacağımız sürecin de enflasyonu hesaba katıldığı için çok sevinmiştik ama enflasyon oranları sürekli yükseldiğinden verilen zam eriyip gitmişti. Emekli maaşlarında da durum aynıdır hatta daha da kötüdür. Çünkü asgari ücret 5500 TL olmasına rağmen en düşük emekli maaşı 3500 TL’yi aşamadı. Asgari ücretli de emekli de aynı yaşam standartlarına uygun olması gerekirdi. Umarım bu adaletsizlik kısa zamanda giderilir. Şuraya gelmek istiyorum, ülkemizde çalışan kesim yıllardan bu yana hiçbir zaman enflasyonun üstünde maaş zammı alamamıştır ve sonuçta yoksullukla mücadele etmek zorundadır.

TÜİK rakamlarına baktığımızda TÜFE ile ÜFE arasında uçurum olduğunu görüyoruz ve önümüzdeki süreçte de enflasyonun yüksek seyredeceği ihtimali son derece yüksektir. Diğer taraftan ülkemizde döviz kurlarının yüksekliği ile enflasyon paralel olarak yürümektedir. Yani kurlar yükseldiği zaman ithal olsun ya da olmasın tüm ürünler A dan Z ye zamdan nasibini almaktadır. Döviz kurlarının yükselmesine de çare bulamıyoruz. Merkez bankası sürekli müdahale etmesine rağmen kurlar yükseliyor ve bu da enflasyon olarak karşımıza çıkıyor. Hükümet kur yükselişlerini durdurabilmek için çeşitli yöntemler uygulamaya koysa da maalesef dövizin yükselişi önlenememektedir. Yaklaşık beş aydan beri devam eden ve ne zaman biteceği de belli olmayan Rusya-Ukrayna savaşı da ekonomik olarak bizi olumsuz yönde etkilemiştir ve etkilemeye de devam edecektir. Önümüzdeki kış, Rusya doğalgaz için kısıtlamaya giderse ve gidebilir paramız olsa da kışı üşüyerek geçirebiliriz veya şimdikinden fazla bir fiyatla satın almak zorunda kalabiliriz. Yani enflasyonla yaşamaya devam etmemiz kaçınılmaz gözüküyor.

Dövizle mücadele etmemiz için kaynaklarımızı en verimli şekilde kullanmamız gerekir. Çünkü hiç istenilmeyen bir durum olan sermaye kontrolu sistemi gelebilir. Sözünü bile etmek belki de yanlış bir yaklaşımdır.

Ülkemizde yoksulluğun önüne geçebilmek için üretim programlarına ağırlık vermekten başka çaremiz yoktur. Ekonomik kalkınmanın yolu üretim kaynaklarının doğru kullanılması ve bunun sonunda ihracatın artması, devletin vergi gelirlerinin çoğalması, yurt dışı yatırımcıların ülkemize gelmesi, işsizliğin azalması, cari açığın minimuma indirilmesi, halkın refah seviyesinin yükselmesi, gelir adaletinin sağlanması gibi ekonomik göstergelerin olumlu seyretmesidir ve sonuçta ekonomik büyüme kendiliğinden gelecektir. İşte hükümetin düşük faiz politikasına geçmesinin nedeni de budur ve teorik olarak doğru bir sistemdir. Ancak ekonomik sistem entegre çalışır. Yani enflasyon ve döviz kurları faizle birlikte düşük olmalıdır.

Enflasyon yüksekliği, sadece ülkemize ait bir problem değildir. Tüm dünyada üçüncü yılına giren korona virüs salgını ile başlayan ekonomik krizler, ülkelerin enflasyonunun da yükselmesine sebep olmuştur. Ancak bizdeki enflasyonun Avrupa ülkelerinden çok fazla olması düşündürücüdür.

Enerji, akaryakıt gibi temel ürünlerde de dışa bağımlı olmamız sonucu döviz ödemesi ile yurda geldiğinden cari açık yüksek çıkmaktadır. Fakat döviz kurları bu kadar yüksek olmasaydı hem ithalatımıza daha az döviz ödeyecektir, hem enflasyon bu kadar yüksek çıkmayacaktı ve en önemlisi halkımız bu kadar yoksul olmayacaktı. Aşağıdaki verilerde Avrupa’da ciddi maddi yoksulluk oranının en yüksek ve en düşük olduğu ülkeler (2020) i görebilirsiniz.

Arnavutluk=%34,7, Makedonya=%28,6, TÜRKİYE=%27,4, Bulgaristan=%25,4, Yunanistan=%16,6, AB Ort=%5,9, Hollanda=%2,1, Norveç=%2, İsveç=%1,8, Lüksemburg=%1,7, İsviçre %1,3

Görüldüğü üzere yoksulluk sıralamasında 2020 yılına göre üçüncü sırada bulunuyoruz.

Yoksulluğun önlenmesinde bir diğer faktör de çalışan kazanır ilkesinin uygulanmasıdır. Para ile para kazanıldığı, çalışmadan, emek harcamadan para kazanıldığı dönemlerde maalesef zengin iyice zenginleşir, fakir de iyice fakirleşir. Ve gelir adaleti sağlamak da zorlaşacaktır. Millî gelirden hepimiz aynı oranda pay almamız sağlanmalıdır. Toplumun bazı kesimleri pay alırken diğer kesim iyice fakirleşiyorsa gelir adaletinden bahsetmek mümkün olmayacaktır.

Bir diğer konu da vergi adaletinin sağlanmasıdır. Vergi tüm vatandaşların ödemesi gereken kutsal bir görevdir ve devletin tek geliri vergilerden oluşmaktadır. Toplumun belli kesiminin vergisini tümüyle öderken diğer kesimin de gereğinden daha az ödemesi ülkede gelir dengesini alt üst edebilir. Örneğin dövizin yükselişini önlemek için 21 Aralık 2021 tarihinde yürürlüğe kona kur korumalı sistemde parası olan para kazanıyor ve bu kazanç hazineden karşılanıyor. Yani parası olmayan vatandaşlardan toplanan vergi ile zengin kimselerin vergisi ödeniyor.

Sonuç olarak çalışan kazanır ilkesi benimsenmedikçe yoksulluk önlenemez. Ücret artışları enflasyonun üzerinde yapılmalıdır.

Saygılarımla

ZAFER ÖZCİVAN

Ekonomist