Hepimiz evimizin ailemizin ihtiyaçlarını en iyi şekilde, aksatmadan karşılamak için bir mücadele içindeyiz. Ortak amacımız para kazanmanın yanında sosyal hayatımızı da yabana atmadan işimize de en verimli katkıyı sağlayarak çalışma hayatımızı sürdürmektir.

Ancak söz konusu çalışma hayatımızda kendimize ve ailemize yeterli zaman ayırabiliyor muyuz? Onlara gerekli olan sevgi ve şefkati verebiliyor muyuz? Birçoğumuz bu sorunun cevabını hayır olarak verecektir. Çünkü özellikle iş hayatı zor bir süreç ve epeyce zamanımızı alan bir faaliyettir. Kamuoyunda işkolik olarak tanımlanan işimizin aşığı durumuna gelen bir çoğumuz artık işe adapte olmuş, iş hayatı ile yoğrulmaktayız. Prensip olarak iş ile aş birbiriyle paralel yürümelidir. Yani biri geldiği zaman diğer gitmemelidir.

46 yıl gibi uzun süre iş hayatında olan bir kişi olarak kendimden örnek vereyim. Bugüne kadar (ilk, Orta ve lise öğrenciliğim sırasında çalıştığım işler hariç) satış müdürlüğü, satış direktörlüğü, grup müdürlüğü, sektör başkanlığı görevlerinde bulundum. Bunlar içinde en yoğun çalıştığım görev, satış müdürlüğü oldu. Sorumluluğum ve işimi çok sevmemden ötürü tüm ülkede bayi ağını   oluşturmak, işletmeme en verimli şekilde faydalı olmak adına aylık ortalama 11.000 km. Yol yaparak hem kariyerimi sağlamladım hem de büyük başarılara imza atmıştım. Çalıştığım işletmedeki ofisimde haftada iki saat oturabiliyor, diğer günler sürekli iş seyahatleriyle geçiyordu. Hatta çok düşündürücü bir örnek vereyim. Büyük kızım ilkokulda iken bir gün annesine” anne arkadaşlarımın babası akşam eve geliyormuş” demiş. Yani çocuklarım bile beni görmekte zorluk çekiyorlardı. Seyahatler sırasında en popüler restoranlarda yemen yesem bile mutfağında neler olup bittiğini görmem mümkün değildi. Bu arada spor ve sağlık konusu hiç aklıma gelmiyordu ve hayat böyle devam edecek diye düşünmekteydim.

Yıllar bu şekilde akıp giderken önce romatizma ve buna bağlı olarak kronik böbrek yetmezliğinde yakalandım ve beş yıl süren tedaviden sonra haftada 3 gün diyaliz tedavisi almaya başladım ve iş hayatım da sona ermiş oldu.

Şimdi genç meslektaşlarıma tavsiyem, her altı ayda bir sağlık kontrolünden geçmeleri ve az da olsa spora önem vermeleridir.

Dünya Sağlık Örgütü tarafından hazırlanan bir rapora göre insanların hareketsiz yaşamalarından kaynaklanan hastalıkların sağlık sistemlerine maliyeti 2030 yılında 27 milyar doları bulacak.

Devletlerin vatandaşları daha fazla spor yapmaya teşvik etmemesi halinde 2030 yılına kadar yaklaşık 500 milyon yeni tip 2 diyabet, yüksek tansiyon ve bunama gibi rahatsızlıkların görüleceği tahmin ediliyor. Örgüt tarafından fiziksel aktivite üzerine hazırlanan ilk raporda kamu sağlığı konusunda etkinliği bu kadar kesin, düşük maliyetli ve pratik başka bir önlem olmadığı vurgulanırken düzenli spor yapmanın erken ölüm riskini yüzde 20 ila 30 azalttığının altı çizildi. Raporda faydası bu kadar açık olmasına rağmen daha fazla spor yapılması için hazırlanan politikaların yetersiz ve yavaş olduğu belirtildi.

Hareketsiz yaşam kaynaklı hastalıkların sağlık sistemleri üzerinde şu an bile baskı oluşturduğu belirtilirken bunun gelecekte daha fazla hissedileceği vurgulandı. Dünya Sağlık Örgütü bu durumun değişmemesi halinde 2030 yılına kadar görüleceği tahmin edilen 499 milyon 208 bin bulaşıcı olmayan önlenebilir hastalık ve ruh sağlığı vakalarının yüzde 40’tan fazlasının Kenya, Hindistan ve Bangladeş gibi orta-alt gelir grubundaki ülkelerde görüleceğini açıkladı.

Raporda bulaşıcı olmayan hastalıkların yaklaşık yarısının yüksek tansiyon, yüzde 43’ün ise depresyon kaynaklı gelişeceği vurgulandı. Dünya Sağlık Örgütü kardiyovasküler hastalıkların yüzde 7 ila 8’inin insanların daha aktif bir yaşam sürmesi ile önlenebileceğini açıkladı.

194 ülkenin verilerinin incelendiği raporda bu ülkelerin yarısından azında fiziksel aktivite konusunda ulusal bir politika bulunuyor ve bunların da yüzde 40’ından azı aktif olarak uygulanıyor.

Özellikle küçük çocuklarda spor alışkanlığının eksikliğine dikkat çekilen raporda ülkelerin yüzde 30’undan daha azında 5 yaşın altındaki çocukların fiziksel aktivitelerinin takip edildiği belirtildi.

Euronews in raporuna göre, araştırmalar Avrupa ülkeleri içinde en az spor yapan ülke vatandaşlarının Türkiye olduğunu gösteriyor. Avrupa Birliği’nde ‘spor yapmayanların oranı’ yüzde 47 iken bu oran Türkiye’de yüzde 88.

Gelişmiş Batı Avrupa ülkelerinde egzersiz yapanların oranı daha yüksek. Buna karşın Balkan ve Doğu Avrupa ülkelerinde bu oran düşük.

AB İstatistik Ofisi (Euro stat) verileri, Avrupa’nın ‘spor haritasını’ ortaya çıkarıyor. 2019 yılı verilerine göre “Haftada hiç aerobik fiziksel aktivite yapmayanların oranı” Türkiye’de yüzde 88.

Kaynak: Euro stat • (*İngiltere ve Finlandiya 2014)

Türkiye’yi Romanya (yüzde 84) ve Bulgaristan (yüzde 81) takip ediyor. Hiç spor yapmayanların oranın en düşük olduğu ülke ise yüzde 14 ile Norveç.

Spor yapmayanların oranı diğer bazı ülkelerde ise şöyle: Yunanistan yüzde 68, İtalya yüzde 64, Fransa yüzde 49, İngiltere yüzde 44, Almanya yüzde 28, İsveç yüzde 24, Hollanda yüzde 23, Finlandiya yüzde 23 ve Danimarka yüzde 18.

Haftada 5 saatten fazla spor yapanların oranının en düşük olduğu ülke yüzde 3 ile Türkiye. Bu oran AB’de yüzde 18. En fazla spor yapan ülke vatandaşları ise yüzde 45 ile Hollanda ve yüzde 43 ile Norveç.

Kaynak: Euro stat

Bisiklet kullanımı, o bölgede bisiklet yolu imkanları ve ikamet adresi ile işyeri arasındaki mesafe gibi çevresel koşullar da etkili olabilir. 2019 yılı verilerine göre “haftada en az bir defa 10 dakika bisiklete binenlerin oranı” Türkiye’de yüzde 5. AB ortalaması ise yüzde 24. Türkiye 31 ülke içinde sondan üçüncü.

Kaynak: Euro stat

“Haftada en az bir defa kas geliştirme egzersizi yapanların oranına bakıldığında Türkiye yüzde 4 ile sondan ikinci. Son sırada ise yüzde 3 ile Romanya yer alırken AB ortalaması yüzde 26.

Kaynak: Euro stat

ZAFER ÖZCİVAN

Ekonomist